20 Haziran 2017 Salı

HAYÂL-İRÂDE-HİMMET-RÂBITA-AMAÇ VE İSTEK

HAYÂL-İRÂDE-HİMMET-RÂBITA-AMAÇ VE İSTEK

Hayal etme, yalnızca insana özgü ruhsal bir yetenektir. Buna tasavvur etme, yani zihinde suret verme, şekillendirip biçimlendirme ve canlandırma da denir. Başka bir deyişle hayal, dıştaki varlık ve olayların zihin aynasında boy göstermesidir.

Zihin aynasında görülen nesne ve olaylar bazen gerçeğe uygun olur, bazen de uygun olmaz. Bu durum, varlık ve olayların ayna gibi parlak ve cilalı yüzeylerde yansımasına çok benzer. Bu yansıma aynanın mükemmelliğiyle doğru orantılıdır. Yani ayna ne kadar temiz ve parlak ise varlıkların yansımaları da o kadar mükemmeldir. Aynada yansıyan varlık ve olayları herkes beden gözüyle görür, çünkü bu yansıma bu fiziksel boyutta gerçekleşen fiziksel bir yansımadır. Fakat zihinde canlandırılan varlık ve olayları, onları canlandırandan başkası göremez.

Hayal gücü akıl ile birlikte çalıştığı gibi akıldan bağımsız olarak da çalışır. Hayal, akıl ve niyet ile birlikte çalıştığında tüm sorunların kolaylıkla çözüldüğü ve varlıklar ile ilgili bilgi akışının sağlandığı görülür.

Hayale aynı zamanda insanın çekim gücü de denir. Özellikle sıradışı olayları gerçekleştirmede, varlıkların gerçek bilgisine ulaşmada ve ruhsal varlıklarla görüşüp konuşmada hayal gücü tam bir aracıdır.

Tasavvuf ehli, daha işin başında mürşidinden manevi yolda yararlanmasını ve tam bir olgunluğa erişmesini hayal gücüne borçludur. Hayal kurma başlıbaşına bir yol gibi gözükse de mürşid ile mürid arasındaki gerçek bağ sevgidir. Mürşid ile mürid arasındaki bu sevgi bağı, hayal gücünü çalıştıran en büyük bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır.

Denilebilir ki hayal gücünün çalışmasını sağlayan iki etken vardır. Bunlardan biri temiz bir beden ve ikincisi de katıksız bir sevgidir. Akıl ve niyet ise hayal gücünü yönlendirirler. Bu nedenle hayal gücüne en çok sahip olanlar kuşkusuz tertemiz bedenleriyle çocuklar ve âşıklardır. Âşıklar isteseler de sevdiklerini hayal etmeden bir an bile olsa uzak duramazlar.

Çocuklar ise yalnız iken yanlarında sürekli birilerinin dolaştığını, hatta kendileriyle konuştuğunu, başka insanlar geldiği zaman da saklandıklarını ileri sürerler. Bu durum anne ve babayı hem endişelendirir, hem de yanıltır. Onlar, çocuklarına cinlerin musallat olduğunu sanırlar. Oysaki durum onların korktuğu ve sandığı gibi değildir.

Her insanda bir de himmet gücü vardır. İnsandaki himmet gücünü harekete geçiren etken kuşkusuz hayal gücüdür, Himmet, kişiyi yücelere yükselten bir binek, sahibi de onun binicisi ve sürücüsüdür.

Himmetin başlangıcı irade, ortası arzu ve istek, sonra bağlılık ve sonu da eşyada tasarruftur. Bu nedenle himmet başlıbaşına bir kudrettir. İrade güçlenir ve istekteki samimiyet de güçlenirse himmet sahibi ile isteği arasında bir bağ (râbıta) meydana gelir. Bu bağ, gerçekte Allah’ın nurdan bir ipidir. Bu ip, Allah tarafından yalnızca himmet sahiplerine uzanır. 

Kübreviyye Yolunun kurucusu Şeyh Necmeddin Kübrâ (ks) Hazretleri,  hayal ve himmet gücü ile ilgili bir anısını şöyle anlatır.

“Küçük bir çocuk iken, bir evdeki bazı eşyaları beklemek için orada tek başıma gecelemek zorunda kalmıştım. Eve hırsız girecek diye şeytan bana durmadan vesvese veriyor, nefsim de vehimlerde bulunuyordu. Oysaki evin dış kapısı kapalı ve arkasından da sürgülü idi. Bende gayba ait duyguların üstünlük sağlaması, duyularımın yanılması ve korkunun şiddetinden olacak ki hırsızın var olduğunu sandım. Sanki birileri gelmiş, dışarıda tıkırtılar çıkarıyordu. Ses kapıya yaklaştı ve kapıyı yoklamaya, kapının kilitli olduğunu anlayınca da sürgüsü ile oynamaya başladı. Sonra kapının açıldığını ve adamın içeri girdiğini gördüm. O anda duyduğum korkunun şiddetinden aklım başımdan gitti ve bayılmışım. Ertesi gün öğleye yakın kendime gelebildim. Bana ne oldu böyle, dedim. O anda gece eve bir hırsızın girdiğini ve evdeki eşyaları aşırdığını hatırladım. Hemen eşyalara baktım. Evde herhangi bir eşya çalınmadığı gibi kapının sürgüsünün dahi açılmadığını şaşkınlıkla gördüm. O zaman bunun hayal gücü ve himmetimin bir sonucu olduğunu anladım.”

Çok korkulduğu zaman, hayalî bir takım kişilerin görünmesinin sırrı işte yukarıda anlatılanlarda gizlidir. Hepimizin, çocukluk anıları arasında buna benzer bir takım olaylar mutlaka bulunur. Yine bu konuda Şeyh Necmeddin Kübrâ’nın bir anısını daha yazalım.

“Öğrencilik yıllarımda İskenderiye şehrinde genç ve güzel bir cariye gördüm ve ona âşık oldum. Himmetimi onun üzerine yönlendirdim. Himmetim onu aldı, bağladı ve tutsak etti. Benim dışımdaki her şeyden onu uzaklaştırdı. O cariyenin başka rakipleri de olduğu için benimle açıkça konuşmadı ve sustu. Bununla birlikte kalb diliyle benimle konuşmaya başladı. Onun konuşmalarını açık ve seçik bir biçimde anlıyor ve bende onunla konuşuyordum. Bu durum ben o, o da ben oluncaya kadar sürdü ve böylece aşk, ruhun mutlak saflığına düşmüş oldu. Onun ruhu bir seher vakti bana geldi. Yüzünü toprağa sürerek:

- Ey Şeyh! El aman, el aman! Beni öldürdün, bana yetiş! Diyordu.
- Ne istiyorsun? Dedim.
- Gelip ayağını öpmek için beni çağırmanı istiyorum, dedi. İzin verdim. İstediğini yaptı. Sonra yüzünü kaldırdı. Gönlümden huzur bulup rahatlayıncaya kadar onu öptüm.

Az yukarıda hayal gücüne insanın çekim gücü de denir, demiştik. Bu konuda Seyyid Abdülaziz Debbağ (ks) Hazretleri bir anısını şöyle anlattı:

“Henüz bana fetih yapılmadan önce simsiyah ve upuzun bir deve suretinde bir varlık gördüm. Bu yalnızca bir kez oldu. Fetih yapıldıktan sonra Rabbim yarattığı âlemlerden ve içlerindeki varlıklardan dilediği kadarını bana gösterdi. Daha sonra fetihten önce gördüğüm o simsiyah upuzun deve suretindeki varlığı araştırdım. Yani böyle bir varlığın cinsi nedir ve nerede yaşamaktadır. Buna rağmen gördüğüm o varlıktan bir eser bile bulamadım. Bunun üzerine Seyyid Muhammed bin Abdülkerim Basravî (ks) Hazretlerinden bu varlık hakkında bilgi vermesini istedim. O bana dedi ki:

-       Senin gördüğün o simsiyah upuzun varlığın cinsiyle ilgili hiçbir varlık yoktur. Onun bu cevabı üzerine şaşkınlığım iyice arttı ve tekrar sordum:
-       Peki, o halde benim gördüğüm o varlık ne idi? Bana şöyle cevap verdi.
-       O gördüğün varlık senin ruhunun fiillerinden bir fiildir, dedi. Ben yine sordum:
-    Bu nasıl oluyor? Seyyid Muhammed bin Abdülkerim Basravî (ks) Hazretleri şu güzel açıklamalarda bulundu.

-     Bir kimse herhangi bir nesneyi iki gözü arasına getirir ve onu da gönülden kendine çekerse, o kimsenin ruhu o nesneyi derhal şekillendirmeye başlar. İsterse beden o şekilden korksun ve zarar görsün, farketmez; ruh yine de şekillendirmesini sürdürür. Yani ruh, beden korkup zarar görecek diye şekillendirmekten asla vazgeçmez. Bedenin herhangi bir nesneyi hayal edip gönülden kendine çekmesine cezim denir. Cezmin diğer bir adı da kesin kararlılıktır. Kesin hükme de azim denir. Bedenin bir şeyi kendine cezmetmesi ne hayır, ne de şer meydana getirir.”

Kesin hüküm ve kesin kararlılık doğruluğun belirtisi olup, bir işin gerçekleşmesinin de ön şartlarıdır. Bir nesneyi iki gözün arasına getirmek demek, onu hayal etmek demektir. Bu nedenle iki gözün veya iki kaşın arasına “hayal merkezi” adı verilmiştir.

Gerçi bir işin başarılmasında birçok etken vardır. Bu etkenleri şöyle sıralayabiliriz.
Ø  Güçlü bir irâde
Ø  İyi bir niyet
Ø  Himmet,
Ø  Şiddetli bir istek,
Ø  Hayal,
Ø  Azim,
Ø  Cezim,
Ø  Sabır,

Ø  Sebat.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder