HAYÂL-İRÂDE-HİMMET-RÂBITA-AMAÇ VE
İSTEK
Hayal etme, yalnızca insana özgü ruhsal bir
yetenektir. Buna tasavvur etme, yani zihinde suret verme, şekillendirip
biçimlendirme ve canlandırma da denir. Başka bir deyişle hayal, dıştaki varlık
ve olayların zihin aynasında boy göstermesidir.
Zihin aynasında görülen nesne ve olaylar bazen
gerçeğe uygun olur, bazen de uygun olmaz. Bu durum, varlık ve olayların ayna
gibi parlak ve cilalı yüzeylerde yansımasına çok benzer. Bu yansıma aynanın
mükemmelliğiyle doğru orantılıdır. Yani ayna ne kadar temiz ve parlak ise
varlıkların yansımaları da o kadar mükemmeldir. Aynada yansıyan varlık ve
olayları herkes beden gözüyle görür, çünkü bu yansıma bu fiziksel boyutta
gerçekleşen fiziksel bir yansımadır. Fakat zihinde canlandırılan varlık ve
olayları, onları canlandırandan başkası göremez.
Hayal gücü akıl ile birlikte çalıştığı gibi
akıldan bağımsız olarak da çalışır. Hayal, akıl ve niyet ile birlikte
çalıştığında tüm sorunların kolaylıkla çözüldüğü ve varlıklar ile ilgili bilgi akışının
sağlandığı görülür.
Hayale aynı zamanda insanın çekim gücü
de denir. Özellikle sıradışı olayları gerçekleştirmede, varlıkların gerçek
bilgisine ulaşmada ve ruhsal varlıklarla görüşüp konuşmada hayal gücü tam bir
aracıdır.
Tasavvuf ehli, daha işin başında mürşidinden
manevi yolda yararlanmasını ve tam bir olgunluğa erişmesini hayal gücüne
borçludur. Hayal kurma başlıbaşına bir yol gibi gözükse de mürşid ile mürid
arasındaki gerçek bağ sevgidir. Mürşid ile mürid arasındaki bu sevgi bağı,
hayal gücünü çalıştıran en büyük bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır.
Denilebilir ki hayal gücünün çalışmasını sağlayan
iki etken vardır. Bunlardan biri temiz bir beden ve ikincisi de katıksız bir
sevgidir. Akıl ve niyet ise hayal gücünü yönlendirirler. Bu nedenle hayal
gücüne en çok sahip olanlar kuşkusuz tertemiz bedenleriyle çocuklar ve
âşıklardır. Âşıklar isteseler de sevdiklerini hayal etmeden bir an bile olsa
uzak duramazlar.
Çocuklar ise yalnız iken yanlarında sürekli
birilerinin dolaştığını, hatta kendileriyle konuştuğunu, başka insanlar geldiği
zaman da saklandıklarını ileri sürerler. Bu durum anne ve babayı hem endişelendirir,
hem de yanıltır. Onlar, çocuklarına cinlerin musallat olduğunu sanırlar. Oysaki
durum onların korktuğu ve sandığı gibi değildir.
Her insanda bir de himmet gücü vardır. İnsandaki himmet
gücünü harekete geçiren etken kuşkusuz hayal gücüdür, Himmet, kişiyi yücelere
yükselten bir binek, sahibi de onun binicisi ve sürücüsüdür.
Himmetin başlangıcı irade, ortası
arzu ve istek, sonra bağlılık ve sonu da eşyada tasarruftur. Bu nedenle himmet başlıbaşına bir kudrettir. İrade güçlenir ve
istekteki samimiyet de güçlenirse himmet sahibi ile isteği arasında bir bağ (râbıta)
meydana gelir. Bu bağ, gerçekte Allah’ın nurdan bir ipidir. Bu ip, Allah
tarafından yalnızca himmet sahiplerine uzanır.
Kübreviyye Yolunun kurucusu Şeyh Necmeddin Kübrâ
(ks) Hazretleri, hayal ve himmet gücü
ile ilgili bir anısını şöyle anlatır.
“Küçük bir çocuk iken, bir evdeki bazı eşyaları
beklemek için orada tek başıma gecelemek zorunda kalmıştım. Eve hırsız girecek
diye şeytan bana durmadan vesvese veriyor, nefsim de vehimlerde bulunuyordu.
Oysaki evin dış kapısı kapalı ve arkasından da sürgülü idi. Bende gayba ait duyguların
üstünlük sağlaması, duyularımın yanılması ve korkunun şiddetinden olacak ki
hırsızın var olduğunu sandım. Sanki birileri gelmiş, dışarıda tıkırtılar
çıkarıyordu. Ses kapıya yaklaştı ve kapıyı yoklamaya, kapının kilitli olduğunu
anlayınca da sürgüsü ile oynamaya başladı. Sonra kapının açıldığını ve adamın
içeri girdiğini gördüm. O anda duyduğum korkunun şiddetinden aklım başımdan gitti
ve bayılmışım. Ertesi gün öğleye yakın kendime gelebildim. Bana ne oldu
böyle, dedim. O anda gece eve bir hırsızın girdiğini ve evdeki eşyaları
aşırdığını hatırladım. Hemen eşyalara baktım. Evde herhangi bir eşya
çalınmadığı gibi kapının sürgüsünün dahi açılmadığını şaşkınlıkla gördüm. O
zaman bunun hayal gücü ve himmetimin bir sonucu olduğunu anladım.”
Çok korkulduğu zaman, hayalî bir takım kişilerin
görünmesinin sırrı işte yukarıda anlatılanlarda gizlidir. Hepimizin, çocukluk
anıları arasında buna benzer bir takım olaylar mutlaka bulunur. Yine bu konuda
Şeyh Necmeddin Kübrâ’nın bir anısını daha yazalım.
“Öğrencilik yıllarımda İskenderiye şehrinde genç
ve güzel bir cariye gördüm ve ona âşık oldum. Himmetimi onun üzerine
yönlendirdim. Himmetim onu aldı, bağladı ve tutsak etti. Benim dışımdaki her
şeyden onu uzaklaştırdı. O cariyenin başka rakipleri de olduğu için benimle
açıkça konuşmadı ve sustu. Bununla birlikte kalb diliyle benimle konuşmaya
başladı. Onun konuşmalarını açık ve seçik bir biçimde anlıyor ve bende onunla
konuşuyordum. Bu durum ben o, o da ben oluncaya kadar sürdü ve böylece aşk,
ruhun mutlak saflığına düşmüş oldu. Onun ruhu bir seher vakti bana geldi.
Yüzünü toprağa sürerek:
- Ey Şeyh! El aman, el aman! Beni öldürdün, bana
yetiş! Diyordu.
- Ne istiyorsun? Dedim.
- Gelip ayağını öpmek için beni çağırmanı
istiyorum, dedi. İzin verdim. İstediğini yaptı. Sonra yüzünü kaldırdı.
Gönlümden huzur bulup rahatlayıncaya kadar onu öptüm.”
Az yukarıda hayal gücüne insanın çekim gücü
de denir, demiştik. Bu konuda Seyyid Abdülaziz Debbağ (ks) Hazretleri bir
anısını şöyle anlattı:
“Henüz bana fetih yapılmadan önce simsiyah ve
upuzun bir deve suretinde bir varlık gördüm. Bu yalnızca bir kez oldu. Fetih
yapıldıktan sonra Rabbim yarattığı âlemlerden ve içlerindeki varlıklardan
dilediği kadarını bana gösterdi. Daha sonra fetihten önce gördüğüm o simsiyah
upuzun deve suretindeki varlığı araştırdım. Yani böyle bir varlığın cinsi nedir
ve nerede yaşamaktadır. Buna rağmen gördüğüm o varlıktan bir eser bile
bulamadım. Bunun üzerine Seyyid Muhammed bin Abdülkerim Basravî (ks) Hazretlerinden
bu varlık hakkında bilgi vermesini istedim. O bana dedi ki:
- Senin gördüğün o simsiyah upuzun varlığın cinsiyle ilgili hiçbir
varlık yoktur. Onun bu cevabı üzerine şaşkınlığım
iyice arttı ve tekrar sordum:
- Peki, o halde benim gördüğüm o varlık ne idi? Bana şöyle cevap verdi.
- O gördüğün varlık senin ruhunun fiillerinden bir fiildir, dedi. Ben yine sordum:
- Bu nasıl oluyor? Seyyid Muhammed bin Abdülkerim
Basravî (ks) Hazretleri şu güzel açıklamalarda bulundu.
- Bir kimse herhangi bir nesneyi iki
gözü arasına getirir ve onu da gönülden kendine çekerse, o kimsenin ruhu o
nesneyi derhal şekillendirmeye başlar. İsterse beden o şekilden korksun ve
zarar görsün, farketmez; ruh yine de şekillendirmesini sürdürür. Yani ruh, beden
korkup zarar görecek diye şekillendirmekten asla vazgeçmez. Bedenin herhangi
bir nesneyi hayal edip gönülden kendine çekmesine cezim denir. Cezmin diğer bir
adı da kesin kararlılıktır. Kesin hükme de azim denir. Bedenin bir şeyi kendine
cezmetmesi ne hayır, ne de şer meydana getirir.”
Kesin hüküm ve kesin kararlılık doğruluğun belirtisi olup, bir işin
gerçekleşmesinin de ön şartlarıdır. Bir nesneyi iki gözün arasına getirmek
demek, onu hayal etmek demektir. Bu nedenle iki gözün veya iki kaşın arasına “hayal
merkezi” adı verilmiştir.
Gerçi bir işin başarılmasında birçok etken vardır. Bu etkenleri şöyle
sıralayabiliriz.
Ø Güçlü bir irâde
Ø İyi bir niyet
Ø Himmet,
Ø Şiddetli bir istek,
Ø Hayal,
Ø Azim,
Ø Cezim,
Ø Sabır,
Ø
Sebat.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder