20 Haziran 2017 Salı

HAYÂL-İRÂDE-HİMMET-RÂBITA-AMAÇ VE İSTEK

HAYÂL-İRÂDE-HİMMET-RÂBITA-AMAÇ VE İSTEK

Hayal etme, yalnızca insana özgü ruhsal bir yetenektir. Buna tasavvur etme, yani zihinde suret verme, şekillendirip biçimlendirme ve canlandırma da denir. Başka bir deyişle hayal, dıştaki varlık ve olayların zihin aynasında boy göstermesidir.

Zihin aynasında görülen nesne ve olaylar bazen gerçeğe uygun olur, bazen de uygun olmaz. Bu durum, varlık ve olayların ayna gibi parlak ve cilalı yüzeylerde yansımasına çok benzer. Bu yansıma aynanın mükemmelliğiyle doğru orantılıdır. Yani ayna ne kadar temiz ve parlak ise varlıkların yansımaları da o kadar mükemmeldir. Aynada yansıyan varlık ve olayları herkes beden gözüyle görür, çünkü bu yansıma bu fiziksel boyutta gerçekleşen fiziksel bir yansımadır. Fakat zihinde canlandırılan varlık ve olayları, onları canlandırandan başkası göremez.

Hayal gücü akıl ile birlikte çalıştığı gibi akıldan bağımsız olarak da çalışır. Hayal, akıl ve niyet ile birlikte çalıştığında tüm sorunların kolaylıkla çözüldüğü ve varlıklar ile ilgili bilgi akışının sağlandığı görülür.

Hayale aynı zamanda insanın çekim gücü de denir. Özellikle sıradışı olayları gerçekleştirmede, varlıkların gerçek bilgisine ulaşmada ve ruhsal varlıklarla görüşüp konuşmada hayal gücü tam bir aracıdır.

Tasavvuf ehli, daha işin başında mürşidinden manevi yolda yararlanmasını ve tam bir olgunluğa erişmesini hayal gücüne borçludur. Hayal kurma başlıbaşına bir yol gibi gözükse de mürşid ile mürid arasındaki gerçek bağ sevgidir. Mürşid ile mürid arasındaki bu sevgi bağı, hayal gücünü çalıştıran en büyük bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır.

Denilebilir ki hayal gücünün çalışmasını sağlayan iki etken vardır. Bunlardan biri temiz bir beden ve ikincisi de katıksız bir sevgidir. Akıl ve niyet ise hayal gücünü yönlendirirler. Bu nedenle hayal gücüne en çok sahip olanlar kuşkusuz tertemiz bedenleriyle çocuklar ve âşıklardır. Âşıklar isteseler de sevdiklerini hayal etmeden bir an bile olsa uzak duramazlar.

Çocuklar ise yalnız iken yanlarında sürekli birilerinin dolaştığını, hatta kendileriyle konuştuğunu, başka insanlar geldiği zaman da saklandıklarını ileri sürerler. Bu durum anne ve babayı hem endişelendirir, hem de yanıltır. Onlar, çocuklarına cinlerin musallat olduğunu sanırlar. Oysaki durum onların korktuğu ve sandığı gibi değildir.

Her insanda bir de himmet gücü vardır. İnsandaki himmet gücünü harekete geçiren etken kuşkusuz hayal gücüdür, Himmet, kişiyi yücelere yükselten bir binek, sahibi de onun binicisi ve sürücüsüdür.

Himmetin başlangıcı irade, ortası arzu ve istek, sonra bağlılık ve sonu da eşyada tasarruftur. Bu nedenle himmet başlıbaşına bir kudrettir. İrade güçlenir ve istekteki samimiyet de güçlenirse himmet sahibi ile isteği arasında bir bağ (râbıta) meydana gelir. Bu bağ, gerçekte Allah’ın nurdan bir ipidir. Bu ip, Allah tarafından yalnızca himmet sahiplerine uzanır. 

Kübreviyye Yolunun kurucusu Şeyh Necmeddin Kübrâ (ks) Hazretleri,  hayal ve himmet gücü ile ilgili bir anısını şöyle anlatır.

“Küçük bir çocuk iken, bir evdeki bazı eşyaları beklemek için orada tek başıma gecelemek zorunda kalmıştım. Eve hırsız girecek diye şeytan bana durmadan vesvese veriyor, nefsim de vehimlerde bulunuyordu. Oysaki evin dış kapısı kapalı ve arkasından da sürgülü idi. Bende gayba ait duyguların üstünlük sağlaması, duyularımın yanılması ve korkunun şiddetinden olacak ki hırsızın var olduğunu sandım. Sanki birileri gelmiş, dışarıda tıkırtılar çıkarıyordu. Ses kapıya yaklaştı ve kapıyı yoklamaya, kapının kilitli olduğunu anlayınca da sürgüsü ile oynamaya başladı. Sonra kapının açıldığını ve adamın içeri girdiğini gördüm. O anda duyduğum korkunun şiddetinden aklım başımdan gitti ve bayılmışım. Ertesi gün öğleye yakın kendime gelebildim. Bana ne oldu böyle, dedim. O anda gece eve bir hırsızın girdiğini ve evdeki eşyaları aşırdığını hatırladım. Hemen eşyalara baktım. Evde herhangi bir eşya çalınmadığı gibi kapının sürgüsünün dahi açılmadığını şaşkınlıkla gördüm. O zaman bunun hayal gücü ve himmetimin bir sonucu olduğunu anladım.”

Çok korkulduğu zaman, hayalî bir takım kişilerin görünmesinin sırrı işte yukarıda anlatılanlarda gizlidir. Hepimizin, çocukluk anıları arasında buna benzer bir takım olaylar mutlaka bulunur. Yine bu konuda Şeyh Necmeddin Kübrâ’nın bir anısını daha yazalım.

“Öğrencilik yıllarımda İskenderiye şehrinde genç ve güzel bir cariye gördüm ve ona âşık oldum. Himmetimi onun üzerine yönlendirdim. Himmetim onu aldı, bağladı ve tutsak etti. Benim dışımdaki her şeyden onu uzaklaştırdı. O cariyenin başka rakipleri de olduğu için benimle açıkça konuşmadı ve sustu. Bununla birlikte kalb diliyle benimle konuşmaya başladı. Onun konuşmalarını açık ve seçik bir biçimde anlıyor ve bende onunla konuşuyordum. Bu durum ben o, o da ben oluncaya kadar sürdü ve böylece aşk, ruhun mutlak saflığına düşmüş oldu. Onun ruhu bir seher vakti bana geldi. Yüzünü toprağa sürerek:

- Ey Şeyh! El aman, el aman! Beni öldürdün, bana yetiş! Diyordu.
- Ne istiyorsun? Dedim.
- Gelip ayağını öpmek için beni çağırmanı istiyorum, dedi. İzin verdim. İstediğini yaptı. Sonra yüzünü kaldırdı. Gönlümden huzur bulup rahatlayıncaya kadar onu öptüm.

Az yukarıda hayal gücüne insanın çekim gücü de denir, demiştik. Bu konuda Seyyid Abdülaziz Debbağ (ks) Hazretleri bir anısını şöyle anlattı:

“Henüz bana fetih yapılmadan önce simsiyah ve upuzun bir deve suretinde bir varlık gördüm. Bu yalnızca bir kez oldu. Fetih yapıldıktan sonra Rabbim yarattığı âlemlerden ve içlerindeki varlıklardan dilediği kadarını bana gösterdi. Daha sonra fetihten önce gördüğüm o simsiyah upuzun deve suretindeki varlığı araştırdım. Yani böyle bir varlığın cinsi nedir ve nerede yaşamaktadır. Buna rağmen gördüğüm o varlıktan bir eser bile bulamadım. Bunun üzerine Seyyid Muhammed bin Abdülkerim Basravî (ks) Hazretlerinden bu varlık hakkında bilgi vermesini istedim. O bana dedi ki:

-       Senin gördüğün o simsiyah upuzun varlığın cinsiyle ilgili hiçbir varlık yoktur. Onun bu cevabı üzerine şaşkınlığım iyice arttı ve tekrar sordum:
-       Peki, o halde benim gördüğüm o varlık ne idi? Bana şöyle cevap verdi.
-       O gördüğün varlık senin ruhunun fiillerinden bir fiildir, dedi. Ben yine sordum:
-    Bu nasıl oluyor? Seyyid Muhammed bin Abdülkerim Basravî (ks) Hazretleri şu güzel açıklamalarda bulundu.

-     Bir kimse herhangi bir nesneyi iki gözü arasına getirir ve onu da gönülden kendine çekerse, o kimsenin ruhu o nesneyi derhal şekillendirmeye başlar. İsterse beden o şekilden korksun ve zarar görsün, farketmez; ruh yine de şekillendirmesini sürdürür. Yani ruh, beden korkup zarar görecek diye şekillendirmekten asla vazgeçmez. Bedenin herhangi bir nesneyi hayal edip gönülden kendine çekmesine cezim denir. Cezmin diğer bir adı da kesin kararlılıktır. Kesin hükme de azim denir. Bedenin bir şeyi kendine cezmetmesi ne hayır, ne de şer meydana getirir.”

Kesin hüküm ve kesin kararlılık doğruluğun belirtisi olup, bir işin gerçekleşmesinin de ön şartlarıdır. Bir nesneyi iki gözün arasına getirmek demek, onu hayal etmek demektir. Bu nedenle iki gözün veya iki kaşın arasına “hayal merkezi” adı verilmiştir.

Gerçi bir işin başarılmasında birçok etken vardır. Bu etkenleri şöyle sıralayabiliriz.
Ø  Güçlü bir irâde
Ø  İyi bir niyet
Ø  Himmet,
Ø  Şiddetli bir istek,
Ø  Hayal,
Ø  Azim,
Ø  Cezim,
Ø  Sabır,

Ø  Sebat.

11 Ağustos 2012 Cumartesi


                                KULLUK SANATI

Gerçek şu ki insanlar, kendilerine bir iyilik yapıldığında, iyilik yapana teşekkür etmeyi bir borç bilirler. Daha da ilerisi yapılan iyiliğin altında kalmak istemezler ve iyilik yapana bir iyilik yapma fırsatının doğmasını beklerler. Hele de yapılan bu iyilik büyük bir sıkıntıyı gideren veya ölümden kurtaran cinsinden olursa, artık iyilik yapılan, iyilik yapanın kul ve kölesi olur. Her yerde ve her toplulukta iyilik yapan kimseyi övmek, iyilik yapılanın vaz geçilmez bir görevidir. “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” atasözü de bu duruma açıkça işaret etmektedir.
Oysa her varlığı biçimlendirerek yaratan, her canlının rızkını veren, cinleri ve insanları yalnızca kendisine kulluk etsinler diye var eden âlemlerin Rabbi Yüce Allah, övülmeye ve kulluk edilmeye her varlıktan daha lâyıktır. “(Gerçek) övgünün, yalnızca Allah için” olduğu Kur’an’ın pek çok yerinde açıkça vurgulanmıştır.
İnsandaki bilgisizlik, acelecilik, nankörlük, zalimlik, inanç azlığı ve şımarıklık Allah’a yapılması gereken kulluğun Allah’tan başka varlıklara kaymasına neden olmuştur. Böylece insan, kendisi gibi sonradan yaratılmış varlıkları tanrı bilmiş ve bu aslı olmayan tanrıları kendi eliyle biçimlendirdiği put ve heykellerle yaşatmaya çalışmıştır.
Müslümanların da büyük çoğunluğu Allah’ın emir ve yasaklarından yüz çevirmiş, özellikle helal kazanç yollarından uzaklaşmışlardır. Müslüman olduklarını her fırsatta söylemekten çekinmeyen bu kimseler, Allah adına bir araya gelmeyi, namaz kılmayı ve oruç tutmayı terk etmişlerdir. İşin en ilginç yanı Allah’a kulluk yapmayı öğrenme ihtiyacı bile duymamışlardır.  Gönlünde İslâm’dan biraz kırıntı kalanlar da Allah'ı Cuma günleri mescitlerde ve bazen de mübarek gün ve gecelerde anar ve arar olmuşlardır.
Bununla birlikte hastalandıklarında, bir çıkmaza düştüklerinde, doğal âfetler karşısında, kuşkusuz ölümün biraz daha yakın hissedildiği ve hatırlandığı cenazelerde, kısaca darda ve çaresiz kalınan her zaman ve her yerde “Allah yanı başlarında olsun” istemişlerdir.
Oysaki onların  bunları Allah'tan (cc) isteyecek ne yüzleri, ne de geçerli bir nedenleri vardır. Çünkü zamanlarının çoğunu dünya işleriyle, oyun ve eğlence ile geçirmişlerdir. Onların, neredeyse yaşantılarında  Allah’a ayıracak ne yerleri, ne de zamanları olmuştur. Çünkü onlar akıllarına, bilgilerine, gençliklerine ve siyasetlerine güvenmişlerdir.
Allah bizleri affetsin.
Görülüyor ki kimi müslümanlar, yaşantılarının ilk sıralarında yer almayan bir Allah’a inanıyor olmuşlardır. Çünkü onlara “Kendi işlerimi kendim halledebilirim. Ben kendi kendime yeterim. Bir başkasına ihtiyacım yok.” düşüncesi egemen olmuştur. Açıkça söylemek gerekirse onların, kolay zamanlarda Allah'a (cc) hiç mi hiç ihtiyaçları yoktur. Oysa içinde yüzdükleri bunca nimetleri hazırlayan, onlara beden ve akıl sağlığı veren hep O'dur. O, dilerse bütün bu nimetleri bir anda alıverir de tutan el tutmaz, yürüyen ayak yürümez, gören göz görmez olur ve gelir getiren işleri bir anda sona eriverir. Peki, bu durumda bu insanlar ne yapacaklardır?
Gaflet etme ey oğul, gel gönülden tövbe et.
Pâk eyle sen kalbini, yürü mescid yoluna.
Bunca şeyler öğrendin, bildiğinle amel et.
Yol yakınken dön bundan, dalıp kalma oyuna.

Bizi “kulluk etsinler” diye yaratan, sağlık ve esenlikle yaşatan Rabbimizdir ve bizi benliğimizden kurtarıp günahlarımızdan arındıracak olan da odur. Yeter ki biz, O’na tam bir dönüş yapalım ve O’ndan bağışlanma dileyelim.

Unutmamak gerekir ki Allah’tan başka kulluk edilecek ve yardım istenecek başka bir ilâh yoktur. Öyle ise namaz kılarak, oruç tutarak, yoksulları gözeterek, helal yollardan rızık arayarak O’na kulluk etmeyi sürdürelim. Bu anlayış ve bilinçle kulluk etmek ne kadar güzel ve ne kadar üstün bir sanattır.
Biz Rabbimizi seviyoruz.
Ne gariptir ki, ALLAH’a inandığını söyleyip de şeytanın peşinde koşan ve nefislerini tanrı edinen bazı insanlar vardır. Köpek bile ekmek yediği kapıya ihânet etmezken, bu nankör insanlara da ne oluyor?
Rabbimiz, bizleri kulluğundan ve sevdiklerinden ayırma. Bizleri iyi kimselerle bir araya getirip ve onlardan yararlandır.
ÂMİN!

12 Mayıs 2012 Cumartesi

KIYÂMETİN ARDIŞIK ALÂMETLERİ


                  DECCÂL, MEHDÎ, HZ. İSÂ
Çok yalancı, hilekâr, kötü ve uğursuz kişi anlamına gelen Deccâl, İslâm toplumlarının göreceği en son ve en büyük küfür akımının temsilcisidir. Çünkü o, görenlere rüzgâr estirmek, yağmur yağdırmak ve bitki bitirmek, gibi bir takım sıra dışı olaylar göstererek tanrılık iddiasında bulunacak ve insanları kendisine inanmaya ve tapınmaya çağıracaktır. Bu nedenle Deccâl ve fitnesi, kıyâmet alâmetlerinin büyüklerinden sayılmıştır.
Yaptığımız araştırmalara göre kıyâmetin üç büyük alâmeti aynı zaman dilimi içinde peş peşe ortaya çıkacaktır. Bunlar da:
 Deccâl
 Mehdî
 Hz. İsâ
Konuyu hadislerin ışığı altında sırasıyla inceleyelim.
1.      DECCÂL’IN ÇIKMASI
"Kuşkusuz on alâmet belirmedikçe kıyâmet kopmayacaktır.
1.        Doğuda bir yerin batması,
2.        Batıda bir yerin batması,
3.        Arap yarımadasında bir yerin batması,
4.        Tüm dünyayı kaplayacak bir dumanın ortaya çıkması,
5.        Hz. İsa’nın gelmesi,
6.        Deccâl’ın çıkması,
7.        Dâbbetü´l-arz,
8.        Ye´cûc ve Me´cuc,
9.        Güneşin battığı yerden doğması,
10.     Aden toprağının sonundan (Yemen´den) bir ateş çıkarak insanları haşr olacakları yere sürmesi". (Müslim, Fiten, 39, 40, 128, 129; Ebû Dâvûd, Melâhim, 12; Tirmizî, Fiten, 21; İbni Mâce, Fiten, 25, 28).
“Deccâl doğu tarafından çıkar.” [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mâce, Ahmed İbni Hanbel, İbni Ebi Şeybe, Hâkim]
Deccâl dinin güçsüzleştiği, ilmin yetersiz duruma geldiği bir anda ortaya çıkar." (Müsned: 3,367)
“Deccâlın bir gözü kördür.[Buhari, Müslim, Ebu Davud, Ebu Nuaym]
“Deccâlın boyu kısa, saçları kıvırcıktır.” [Ebu Davud]
“Deccâl Mekke ve Medineye giremez.” [Buhari, Müslim, Muvatta, Tirmizi, Ahmed İbni Hanbel]
“Deccâlın çocuğu olmaz. [Ahmed İbni Hanbel]
“Deccâl çıkar ve tanrı olduğunu söyler,  fakat onun tanrılığına inanan kâfir olur.” [İbni Ebî Şeybe]
''Ashâb diyor ki, Hz. Peygamber'e Deccâl’ın yeryüzünde ne kadar kalacağını sorduk. Bize şöyle cevap verdi:
“Kırk gün kalacak. Birinci günü bir sene gibi, ikinci günü bir ay gibi, üçüncü günü bir hafta gibi ve diğer günleri de sizin günleriniz gibi olacaktır.” Bunun üzerine kendisine:
''Ey Allah'ın Rasûlü, bir sene gibi olan o günde bizim bir günde kıldığımız namaz yetecek mi?” diye sorduk. Şöyle buyurdu:
''Hayır, o an yetecek kadar kılın!'' Ardından şöyle sorduk:
''Ey Allah'ın Rasûlü deccalın yeryüzündeki hızı nasıldır?'' Şöyle buyurdu:
“Rüzgârın alıp götürdüğü yağmur gibidir. Bir topluluğa geldiğinde onları davet eder. Onlarda kendisine iman edip çağırısına koşarlar. (Müslim, Fiten: 110; Ebu Davud, Melâhim: 14; Tirmizî, Fiten: 59; Müsned, 6: 455-456.).
Peygamber efendimiz (sav):
“Deccâl’ın son günleri o kadar kısa olur ki, sizden biriniz Medine kapısından çıkıp, onun tepesine varıncaya kadar, akşam olacaktır.” Buyurunca Ashâb:
Ya Rasûlallah, o kısa günlerde nasıl namaz kılacağız?” dediler. Cevaben buyurdu ki:
“O uzun günlerde takdir ettiğiniz gibi takdir edeceksiniz.” [İbni Mâce]
Deccâl’ın ortaya çıkacağını bildiren hadisler inkâr edilemeyecek kadar açık ve nettir. Fakat gerekli şartlar oluşmadan Deccâl ortaya çıkmaz.
DECCÂLİN ORTAYA ÇIKIŞINI HAZIRLAYAN ŞARTLAR
Kuşkusuz Allah’ın salih kullarının bir araya gelerek her gün gecenin son üçte birinde oluşturduğu yüce bir meclis vardır. Bu yüce meclise “Sâlihler Divânı” denir. Sâlihler Divânının başkanı “ĞAVS” adı verilen büyük bir velidir ki, onun zamanında yeryüzünde ondan daha büyük başka bir veli yoktur. Divânda, ğavsın tam karşısında oturan ve Divândaki diğer veliler adına ğavsla konuşan bir vekil ve yedi tane de kutup vardır. Bunlar ğavsın yardımcılarıdır. Bu dokuz büyüğün emri altında peygamberler sayısınca veli vardır.
Sâlihler Divânı, daha önce belirttiğimiz gibi her gün gecenin son üçte birinde toplanarak ertesi gün olacak işlerin kararlarını alırlar. Bunların hepsi de aklı başında seçkin kimselerdir. Yani aralarında aklı perdelenmiş meczûb hiçbir veli yoktur.
Kıyâmetin kopmasına yakın zamanda Sâlihler Divânını, aklı başında velilerin azalmasıyla, aklı perdelenmiş meczûb veliler doldurmaya başlar. Öyle ki, Divânda, meczûb veli sayısı aklı başında veli sayısını aşar da ğavsı bile oy çokluğu ile meczûblardan seçerler. Ne zaman ki ğavs meczûb bir veli olur, işte o zaman yeryüzünde birbirine zıt olaylar meydana gelmeye başlar.
Dünyanın bir tarafını kuraklık, bir tarafını sel baskınları, bir tarafını dondurucu soğuklar, bir tarafını kavurucu sıcaklar kaplar. Deprem ve toprak kaymaları sıklaşır. Ülkeler ve insanlar arasında karışıklıklar ve savaşlar birbirini kovalar. Özellikle İslâm ülkelerinde insanlar rahat yüzü göremezler. Bütün bunlar, ğavs olan meczûb velinin tutarsız tasarruflarının bir sonucudur.
İşte bu durumlar meydana gelmeye başlayınca (Allah lânet eylesin) Deccâl da hemen ortaya çıkar. Fakat bu karışık durumlar hadiste belirtilen süreden uzun olamaz. Çünkü ğavslık makamına Mehdî getirilir. İnsanlık, Mehdî ile birlikte barış ve adâletin ön plana çıkarıldığı yeni bir dünya düzeninin başlayacağı bir çağa adım atar. Bunun böyle olacağını Hicri 12. yüzyılın Ğavsı Seyyid Abdülazîz Debbağ (ks) Hazretleri haber vermiştir.
2.      HZ. İSÂ’NIN GÖKTEN İNMESİ
" Meryem oğlu (İsâ) gökten sizin yanınıza indiği ve kendinizden olan devlet başkanınız namazda imamınız olduğu (İsâ da imamınıza uyduğu) zaman bakalım nasıl olursunuz?" (Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, Hadis No: 1406, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1986, c. 9, s. 182)
“İsâ (gökten) inip Deccâl’ı öldürecektir.” [Müslim, Ebu Davud]
“İsâ, Deccâl’ı öldürdükten sonra iki kişi arasında düşmanlık kalmayacaktır.” [Müslim]
Âriflerin büyüklerinden Ebu’l Vefâ Seyyid Süleyman Çelebî 1990 yılında Ankara’daki evinde bir gün yatsı namazından sonra öğrencilerine şunlar anlattı:
-  Benim Adana’da bir hanım öğrencim var. Bu sabah beni telefonla arayarak gece gördüğü bir rüyasını anlattı ve yorumunu istedi. Bu hanım şöyle dedi:

-  Bundan birkaç gün önce Hz. İsâ (as)’ın sevgisi gönlüme düştü ve onu görmeyi çok arzu ettim. Rabbime Onu bana göstermesi için çok yalvardım.  Bu gece rüyamda Hz. İsâ’nın iki meleğin omuzları üzerinde yeryüzüne indiğini gördüm.  Vallahi sen Hz. İsâ’sın, dedim. Evet, ben Hz. İsâ’yım, dedi. Bunun üzerine: Yoksa geldin mi yeryüzüne? Diye sordum. O da: Hayır, Otuz yıl sonra geleceğim, bu gün yalnız senin için indim, dedi.” Hz. Şeyh bu kadarını anlattıktan sonra: Doğrusu bu hanımın anlattığı bu rüya çok hoşuma gitti. Birden aklıma geldi ve sizinle paylaşmak istedim, dedi.

3.      MEHDÎ’NİN GELMESİ
 “Kıyamet kopmadan önce, Allahü Teâlâ, benim evladımdan birini yaratır ki, ismi benim ismim gibi, babasının ismi de benim babamın ismi gibi olur. Ondan önce dünya zulümle dolu iken, onun zamanında adâletle dolar.” [Tirmizi, İbni Asâkir]
 “Ümmetim içinden Mehdi gelecektir. (Aranızda kalması) kısa tutulursa (kalacağı süre) yedi (yıl), kısa tutulmazsa (kalacağı süre) dokuz yıl olacaktır. Benim ümmetim o devirde öyle bir refah bulacak ki, o güne dek onun bir benzeri kesinlikle bulmamıştır. Yer yemişini (gıda ürünlerini) verecek ve insanlardan hiçbir şey saklamayacak (vermezlik etmeyecek)tir. Mal da o gün çok birikmiş olacaktır. Bir adam kalkıp: Ey Mehdi! Bana (mal) ver! Diyecek ve Mehdi de: Al! Diyecektir." (Sünen-i İbni Mâce, "Kitabü’l-Fiten Tercümesi ve Şerhi", Kahraman Neşriyat, cilt 10, Mütercim: Haydar Hatipoğlu, Bab: 34, s. 347)
"Ehl-i beytimden ismi benim ismimin aynı olan bir kişi Araplara başkan oluncaya kadar dünya sona ermeyecektir." (Sünen-i Tirmizi Tercümesi, Hadis No: 2331, Mütercim: Osman Zeki Mollamahmutoğlu, Yunus Emre Yayınları, c. 4, s. 91)
MEHDÎ NE ZAMAN ORTAYA ÇIKACAK
Yaptığımız tesbitlere göre Mehdî, Hicrî 1400 ile 1500 yılları arasında ortaya çıkacaktır. Bu yıllar arası müslümanlar açısından zorlu ve sıkıntılı yıllardır. Öyle ki, İslâm Dini ve müslümanlar horlanacak, aşağılanacak, zulüm ve baskı altında tutulacak, bazı çevrelerce müslüman olmak suç bile sayılacaktır. Bundan başka yeryüzünde akıl almaz bazı doğa olayları, savaşlar ve sosyal karışıklıklar meydana gelecektir. İşte Mehdî, insanların tam bir ümitsizlik içinde kıvrandıkları bu zamanda ortaya çıkarak idareyi ele alacaktır. Mehdî’nin ne zaman geleceği ile ilgili tesbitlerimize gelince:
1.   İslâm bilginlerinin seçkinlerinden olan İmam Celâleddin Suyûtî, kıyâmet alâmetlerinden söz eden "El-Keşfü Fi Mücâzeveti Hazin…" adlı kitabında Peygamber (sav) Efendimizin şöyle dediğini haber vermiştir:
Bu ümmetin ömrü bin seneyi geçecek, fakat bin beş yüz seneyi aşmayacaktır.”
2.    Hz. Ali (ra) Efendimiz; zaman, Besmele'nin harflerinin sonuna geldiğinde Mehdi'nin çıkacağını söyler. (Ramûzu’l Ahâdis, 2: 676)
Şimdi Peygamber (sav) Efendimizin söz konusu hadisini Hz. Ali (ra)’ın sözüne uyarlayalım.
Bilindiği gibi Besmelenin harfleri 19 tanedir ve son harfi de “Mim”dir. Mim harfinin ebced hesabında karşılığı 40 sayısıdır. Basit bir hesapla 1400 yılına bu sayıyı eklediğimizde karşımıza 1440 yılı çıkar ki, bu da Mehdî’nin çıkış yılı olur. 1440 Yılı Miladi yıllardan 2020 yılına denk düşer. Bu basit hesabımızı destekleyen aşağıdaki olayı hep birlikte okuyalım.
3.      1984 yılı idi. Bir akşamüstü otobüsle işten eve dönerken, daha önce tanıdığım bir dostumla karşılaştım. Kendisi benden yaşlı idi. Gübre ve Azot Sanayii Genel Müdürlüğünde hizmetli olarak çalışıyordu. Bana yaklaşarak:
 - Hocam, sana ilgini çekecek bir olay anlatacağım, dedi. Ben de:
 - Buyur, anlat, dedim. Başladı anlatmaya:
 - Bizim kurumda bir kooperatifimiz var. Daha önce kim işlettiyse hep açık verdi. Bir türlü kâra geçiremediler. Daha doğrusu işletenler para yiyorlardı. Sonunda İmam-Hatip Lisesi mezunu Kayserili bir genci işe aldılar ve kooperatifin başına geçirdiler. Bende temizlik işlerim bitince onun yanına gidiyor, birlikte sohbet ediyorduk. Ramazan ayının dördüncü günü bu gence Kayseri’den amcasının öldüğünü bildiren bir telgraf geldi. Bunun üzerine izin alarak Kayseri’ye gitti ve iki gün sonra döndü. Ben:
- Başın sağ olsun, Allah amcana rahmet etsin, diye taziyede bulununca, bana şöyle dedi:
- Sana amcamla ilgili garip bir şey anlatacağım, dedi. Ben de:
- Anlat, seni dinliyorum, dedim. Bana şunları anlattı:
- Allah amcama bol rahmet etsin. Amcam insanlara karşı çok iyi ve ibadetine düşkün salih bir adamdı. Kimsenin işine gücüne karışmaz, herkesle iyi geçinirdi. Benim İmam-Hatip Lisesine gitmeme ve okumama da o sebep oldu. Beni de çok severdi. Allah için ben de amcamı çok sever ve sayardım. 1980 yılı içinde idi. Ben okulu yeni bitirmiş, iş arıyordum. Amcamın hastalandığını duydum. Geçmiş olsun demeye gittiğimde bana:
- Gel, yeğenim gel. Beni senden başka kimse dinlemez ve anlamaz. Sana anlatacaklarımı bir kâğıda yaz ve sakla, dedi. Ben de elime bir kâğıt ve kalem alarak anlattıklarını yazmaya hazırlandım. Başladı anlatmaya.
- Oğlum ilk önce şunu yaz. “Mehdî dünyaya geldi (hicrî 1400 yılı). Dünyanın bütün velileri Mehdî’nin doğumunu 14 gün boyunca kutladılar.”
- İkinciye de şunu yaz. “Ben 1984 yılının Ramazan ayının 4. Günü ikindi namazından sonra vefat ederim.” Sonra bana dönerek:
- Oğlum bu kâğıdı iyi sakla ve kimseye gösterme, diye de uyardı. Ben de bu kâğıdı nerede saklayayım, kaybederim diye amcamın evindeki Kur’ân’ın içine koydum. Aradan tam dört yıl geçti. Amcamın vefatını haber alır almaz, biliyorsun memlekete gittim. Fakat amcamın cenâzesine yetişemedim. Amcamın üzerimde çok hakkı vardı. Bari bir Yâsin okuyayım diye amcamın evindeki Kur’ân’ı elime aldım. Kur’ân’ı açar açmaz amcamın dört yıl önce yazdırdığı kâğıdı koyduğum sayfa geldi. Kâğıdı okuduğum zaman dört yıl önce yazdıklarımla amcamın ölüm tarihi ve saatinin birbirini tam olarak tuttuğunu gördüm. Beni tarifsiz bir heyecan ve sevinç kapladı. “Öyleyse, amcamın Mehdî hakkında yazdırdıkları da doğru çıkacaktır.” Dedim, dedi.
 MEHDİ 40 YAŞINDA ÇIKACAKTIR.
Bir adam, "Ya Rasûlallah, o gün insanların imamı kimdir?" diye sordu. Buyurdu ki: "Evladımdan 40 yaşındaki Mehdi'dir." (Kitabü’l- Burhân fî Alâmet-il Mehdiyyi’l- Âhir Zaman, s. 22)
“Mehdi, benim evlatlarımdandır, 40 yaşlarındadır.”  (Kıyâmet Alâmetleri, s. 163)
Buraya kadar anlatılanlardan vardığım sonuç şudur:
 “1400/1980 yılında doğan Mehdî’nin, 40 yaşında başa geçeceği yıl 1440/2020 yılıdır. Hz. İsâ (as) da aynı yıl gökten yeryüzüne inecektir. Bu durum, Deccâl’ın daha önce ortaya çıkıp tanrılık iddiasında bulunmasını gerektirmektedir.”
Şimdi Deccâl’ın 40 günlük saltanat günlerine gelelim. Biliyorsunuz bu kırk günün ilk günü bir yıl (365 gün), ikinci günü bir ay (30 gün, üçüncü günü bir hafta (7 gün) ve diğer günleri normal günler gibi olacaktır. Bu da 37 gün eder. Bunları topladığımızda 439 veya bir gün fazlasıyla 440 güne denk gelmektedir. Bu sayı da hicri 1440 yılıyla uyuşmaktadır. Bir yıl kadar uzun sürecek bir gün nasıl olacak? Sorusuna cevap arayalım.

MAYA KEHÂNETİ
Adrian G. Gilbert’in hazırladığı ve  Özge Akbulut’un tercüme ettiği Sınır Ötesi yayınlarından “Maya Kehânetleri” adlı kitapta şu anlatımlara yer verilmiştir:
"22 Aralık 2012'de, Yerküre manyetik bir eksenin merkezine girecek ve bunun sonucunda 60 ile 70 saat arasında, büyük bir bulut tarafından karanlığa gömülecektir. Çevresel kötüleşmenin etkilerinden kurtulmaya çalışan dünyamız başka bir çağa girecek, bundan dolayı da ciddi ve büyük olaylar yaşanacaktır. Depremler, tusunamiler, su baskınları, volkanik patlamalar ve henüz adı bile konulamayan yaygın hastalık vurgunları bunlardan bir kaçıdır. Çok az kişi yaşamını sürdürebilecektir."
FOTON KUŞAĞI
Foton sözcüğü, ışık parçacığı, ışık paketçiği, ışık zerreciği gibi anlamlara gelmektedir. Atom fiziğinin konusu olan fotonlar, atom altı parçacıkların yüksek enerjili ışık zerrecikleridir. Bu zerrecikler uzayın bilinmeyen bir bölgesinde yoğunlaşarak güneş sistemimizi içine alacak büyüklükte devasa bir kuşak oluşturacaktır. Bu büyük kuşak;
 2012 yılında güneş sistemimizi tüm gezegenleri ile birlikte içine alacaktır.
Güneş sistemimiz bu foton kuşağına girdiğinde dünyamızın ozon deliği onarılacak
Tüm yaşam 3. boyuttan 5. boyuta geçecektir.
İnsanların 2 sarmallı DNA’ları ikişerli olarak bir araya gelerek 12 sarmallı bir DNA'ya dönüşecektir.
Bu olay sırasında tüm insanların çakraları açılacak, duyu ve algıları artacaktır. Böylece herkes birbirinin düşüncesini okuyabilecektir. Bu durum, ilk önce kısa süren bir karışıklığa neden olacak, fakat daha sonra herkes bir düşünce birliği içinde bir araya gelecek, önyargının, yalanın ve kötü düşüncelerin olmadığı bir ortama geçilecektir. İnsanlar birbirinin auralarını görebileceklerdir.
12 sarmallı DNA'ya sahip olan insanlarda hiçbir hastalık kalmayacak, hasta olanlar kendilerini ve birbirlerini iyileştirebileceklerdir.
İnsanlar ölümsüz olacaklar (!) Ölüm olayı, fiziksel dünya'da kalmaktan vazgeçip başka bir boyuta geçmeye karar verme seklinde olacaktır. Dünya'da kalmayı seçenler, ölmeye yani başka boyuta gitmeye karar verenlerin ortadan bir anda kaybolduğunu göreceklerdir.
Fiziksel dünyamızda kalmayı seçen insanların ışık bedenleri olacak ve bu cennete benzeyen ışıklı dünyada çok güzel vakit geçireceklerdir. Fiziksel olarak 2000 yıl sürecek olan bu olay sonrasında foton kuşağı güneş sistemimizi terk edecektir.
Güneş sistemimizin foton kuşağının içindeki yolculuğu 2000 sene kadar sürecektir. Foton kuşağından çıktıktan sonra tekrar foton kuşağına girmek için 10.500 yıl geçmesi gerekecektir.
Bu devrelerin alt devreleri de vardır ama üst devre 206 milyon yıl sürer. Foton kuşağının da aurası vardır.  Dünyamız ve güneş sistemimizin tamamı ilk aura katmanına (enerji seviyesine) 1962 yılında girmiş durumdadır. Yani şu anda foton kuşağının düşük enerjili ilk kısmının içinde bulunuyoruz. Dünyamız ikinci enerji seviyesine ise 1987 yılında girdi. Üçüncü enerji seviyesine ise 2012 yılında girecek, 5 ila 6 gün boyunca karanlıkta kalacaktır. Üçüncü enerji seviyesine tam olarak girildiğinde ise karanlık sona erecek ve yeryüzünde 440 gün boyunca artık hiç gece olmayacaktır. Üçüncü enerji düzeyi foton halkasının içidir.
Foton Kuşağı güçlü elektromanyetik radyasyona sahiplik eden yoğun bir uzay boşluğudur ve bazı x-ışınlarını da içermektedir. Foton Kuşağının merkez alanına girilmesiyle birlikte yaşanılması beklenen fiziksel ilk etkileşimler ise şu şekilde sıralanıyor, yayınlanan birçok raporda:
1. gün: 21 Aralık 2012'de güneş sistemimiz kör bölgeye girecek, tüm canlıların beden tipinin değişme olacak, elektrik üreten aygıtların hiçbiri çalışmayacak ve dünyamız tam bir karanlık içinde kalacaktır.
2. gün: Atmosfer basıncı düşecek, herkes kendisini şişmiş gibi hissedecek, güneş ısısının yeterli olamaması nedeniyle dünyanın her tarafı kutup soğuklarına benzer bir biçimde soğuyacaktır.
3. ve 4. gün: Asıl foton etkisinin başlaması ile birlikte atmosfer şafak vaktine benzer bir biçimde sönük bir ışıkla aydınlanacak, foton enerjili aygıtlar çalışır duruma gelecek, yıldızlar yeniden gökyüzünde belirecektir.
5. ve 6. gün: Dünyamız karanlık ve onu takip eden kör bölgeden çıkarak 24 saatlik gündüz devresine girecektir. Dünya ana foton kuşağı içinde iken tüm canlılar güçlenip zindeleşeceklerdir. Bu arada dünyanın her tarafı kutup soğuklarından kurtulacak, foton ışınıyla çalışan gemilerin uzayda yolculuk yapmaya başlayacaktır. Telepati ve telekinezi gibi ruhsal yetenekler ortaya çıkacak, hemen herkes süper bilince sahip olacaktır.
Sibirya'daki Rus Ulusal Bilim Akademisi’nin yaptığı çalışmalar sonucu elde edinilen bilgiler de şöyledir:
“Şu anda Güneş Sistemi'nde yaşanılan enerjisel değişimin olası tek nedeni farklı, daha yüksek olan bir enerji alanına giriyor olmamız olabilir. Ve bu yüksek enerjiye geçişin sonucunda DNA spirallerinin kendileri de değişim geçirmekteler. Şimdiye kadar hayatımızda yer alan bilimsel araştırmalar sonucu elde ettiğimiz bilgilerle ortaya çıkarılan 2 sarmallı DNA yapısı hızla mutasyona/değişime uğramaktadır. Bu sıçrayışla da bu sarmalın 2'den 12'ye çıkacağı biliniyor. Bu enerji emiliminin Güneş Sistemi'ndeki tüm maddelerin özünü değiştireceği bekleniyor. Bu değişimleri çevremizde bir bir deneyimliyoruz.
Aslında tüm bunlar, ya hücresel ya da ruhsal boyutta olsun, bize pek yabancı değil. Bütün bunlar, çevremizde her an deneyimlediğimiz olayların yalnızca bir dökümü. Evrene dikkatlice baktığımızda ve onu kalbimizin içsel kulağıyla dinlediğimizde bunlardan farklı bir şey duymayacağımız da apaçık ortada.
Her gün yaşadığımız ve gün geçtikçe artan doğal felâketler, politik sürtüşmeler, savaşlar, içsel değişimler binlerce yıldır beklenilen dönemin habercileri elbette. Bunların hepsi asırlardır bekleniyordu. Bunlar kutsal kitaplarda ve eski uygarlıkların yazıtlarında her zaman karşımıza çıktılar. Şimdi ise bu değişime tanık oluyoruz ve yeni dönemin getirdiği farklılıklara yaşamlarımızı uyarlamaya hazırlanıyoruz. Çünkü başka bir seçeneğimiz de yok. Ya değişimi kabul edecek "BİR" olacağız, ya da eski enerji ile birlikte savrulmayı göze alacağız.”

BİLGİLERİN ANALİZ VE YORUMU
Geleceğe ve diğer bilinmeyenlere ait bilgilerin üç güvenli kaynağı vardır.
1.      Allah’ın son kitabı Kur’ânı Kerîm,

2.      Rasûlullah (sav) Efendimizin şerefli sözleri,

3.      Allah dostları âriflerin müşâhedelerine dayanan sözlü ve yazılı anlatımları.
Bu üç güvenli kaynağın dışından aktarılan gelecek ve bilinmeyenle ilgili her türlü haber doğru ve güvenli değildir. Bu tür haberlerin kaynağı kuşkusuz cinler ve şeytanlardır. Onlar da geleceği bilemedikleri gibi, bildikleri başka konularda da asla doğru söylemezler. Bu durum cin ve şeytan kaynaklı haberlerin güvenli ve doğru olmadıklarının açık bir kanıtıdır.
Yalnız güneş sistemimizi içine alabilecek devasa boyutlarda bir foton kuşağının varlığı Deccâl günlerinin açıklamasına bir yorum olabilir.
Çünkü foton kuşağına giren dünyamız, bu kuşağın elektro manyetik etkisi altında kalacağı için elektrik üretilemeyecek, pusulalar çalışmayacak, füze fırlatılamayacak, uydular aracılığıyla internet ve telefon haberleşmesi sağlanamayacaktır.  Bundan başka yangın, kuraklık, sel baskınları, depremler, toprak kaymaları ve iklim değişiklikleri olacak, insanlar ve ülkeler arasında can, mal ve namus güvenliğini yok edici bir takım karışıklıklar meydana gelecektir. En önemlisi dünyanın süper güçleri kendi dertlerine düşeceklerdir. Deccâl da bu karışıklılardan yararlanarak ortaya çıkacak, fakat hadislerde belirtildiği gibi 439 veya 440 günden fazla bir saltanat süremeyecek ve bu sürenin sonunda Hz. İsâ (as), gökten inerek Deccâl’ı öldürecektir.
Beklenen kurtarıcı olarak Mehdî, Medine’den çıkacak, Şam’ı başkent yaparak İstanbul’u alacak, Vatikan ve Roma’ya kadar uzanacak ve tüm Hıristiyan dünyasını Hz. İsâ (as) ile birlikte müslüman yapacaktır. Böylece müslümanların ve insanlığın altın çağı başlayacak, kurtla kuzu yan yana yaşayacaktır.
Bir teori olmaktan öte gitmeyen Maya Kehâneti ve bu kehânete dayalı yorumların müslümanın inançları açısından hiçbir değeri yoktur. Çünkü cennet ve cehenemiyle büyük kıyameti inkâr eden ve ölümsüzlüğü bu dünyada arayan bir zihniyetin beklentilerine şeytanlardan uzanan bir yardımdır.  Foton Kuşağı teorisine benzyen daha birçok teori daha vardır ki bu teoriler baştan başa şeytanların bir düzmecesidir. Bununla birlikte Foton Kuşağı teorisini, Deccâl günlerinin yorumuna bir katkısı olabilir nitelikte gördüğümüz için bu yazımıza aldık.  Her şeyin doğrusunu yalnızca Allah bilir. Allah’tan kurtuluş ve esenlik dileriz.
Bu yazı, bazı çevrelerin; “ Deccâl çıktı, Mehdî geldi, Hz. İsâ yeryüzüne indi ve Deccâl’ı öldürdü” gibi saçma sapan görüşlerine bir cevap olarak yazılmıştır.