FITRAT/YARATILIŞ
Biz bu yazımızda, varlıklar içinde seçkin bir yeri ve Allah katında üstün
bir değeri olan insanın fıtratını/yaratılışını konu edineceğiz. Çünkü pek çok
kimse, insan fıtratının belirlenmesinde büyük bir yanılgıya düşmüş ve konuyu
içinden çıkılmaz bir duruma getirmiştir.
Madde ve mana evrenlerinin tek yaratıcısı kuşkusuz eşi ve benzeri
olmayan Yüce Allah’tır. O’ndan başka ilah ve O’ndan başka yaratıcı yoktur. En
güzel isimler ve en yüce nitelikler Onundur.
Yüce Allah, her varlığı öncesiz ilmi ve kudretiyle belirlediği bir
biçimde yaratmıştır. Varlıkların birbirlerine benzemeyen bu yaratılışlarına “fıtrat” denir. Fıtratların değişmeyeceği
de kesin bir hükme bağlanmıştır. Bu değişmez kesin hükmün adı ilahi sözde “ed-dinü’l kayyım”dır.
DİN sözcüğünün “bağlamak,
yol, hüküm, ceza, ödül, şeriat, uyma, ibadet,
kulluk, niyet, millet, âdet, durum, mülk, kaza, önlem, boyun eğme, iman, takva,
saltanat, bağlılık, yönetme ve kuşatma” gibi
çeşitli anlamları vardır. KAYYIM sözcüğü de dosdoğru, düzgün, sapsağlam, değerli, başkan, idareci gibi
anlamlara gelmektedir.
Buna göre Yusuf Suresinin 40, Rum Suresinin 30 ve Beyyine Suresinin 5. âyetlerinde geçen “ed-dinü’l kayyım” ifadesi dosdoğru ve sapsağlam hüküm demektir. Allah’ın koyduğu hüküm düzgün ve sağlam olunca, artık bu hükmün değişmesi veya değiştirilmesi de söz konusu olamaz.
Genelde her canlının birbirlerine benzemeyen ve onu diğer canlılardan ayıran
özellik ve niteliklerin toplandığı bir yaratılış biçimidir Fıtrat. Biz bu fiziksel
bedenlerin özellik ve niteliklerine bakarak canlıları birbirlerinden kolaylıkla
ayırt ediyor ve gördüğümüz her canlıyı şu insan, şu maymun, şu kedi, şu köpek,
şu kurt, şu aslan ve şu kaplan diye adlandırıyoruz. Böylece hiç bir canlıyı
diğerleri ile karıştırmıyoruz. Tekrarlamak
gerekirse canlıların, fiziksel bedenlerini birbirinden ayıran farklı nitelik ve
özelliklerdeki bu yaratılışlarına fıtrat
denir.
Buhârî ve Müslim’in Ebû Hüreyre (ra)’den rivayet ederek Sahih’lerine
aldıkları ve “fıtrat hadisi” adıyla şöhret bulan bir hadis vardır. Rasûlullah
(sav) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Her doğan (önceden belirlenmiş bir) fıtrat üzere doğar. Sonra anne ve babası onu ya
Yahudileştirir, ya Hıristiyanlaştırır, ya da Mecusileştirir. Bunun gibi bir
hayvan yavrusu da tüm organları yerli yerinde olduğu halde doğar. Siz onda
herhangi bir noksanlık görüyor musunuz?”
Yüce Allah, Rum Suresinin 30. ayetinde insan fıtratı/yaratılışı ile
ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
فَاَقِمْ
وَجْهَكَ لِلدّينِ حَنيفًا فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّتى فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا
تَبْديلَ لِخَلْقِ اللّٰهِ ذٰلِكَ الدّينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ
لَا يَعْلَمُونَ
“(Ey Rasûlüm Muhammed!) Sen yüzünü hanif
(tevhid ehli) olarak dine (Allah’ın değişmez hükmüne) çevir. Bu
Allah’ın fıtratı (yaratışı)dır ki, insanları onun üzerine
yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında asla değişme olmaz. İşte dosdoğru, sapsağlam
ve değişmez din (hüküm) budur. Fakat insanların çoğu (bu gerçeği) bilmezler.”
Hem hadiste, hem de bu ayette sözü edilen
fıtrat; “Biz
insanı en güzel bir biçimde yarattık” (Tîn Suresi: 4) ayetinde belirtilen bedenlerle ilgili yaratılıştır.
Fıtrat hadisinde, fıtrat sözcüğü, yalın olarak geçtiği halde bu hadisi
Türkçe’ye tercüme edenler, fıtrat sözcüğüne bir de “İslâm” sözcüğü ekleyerek fıtratı “İslâm Fıtratı” biçimine sokmuşlardır. Yani hadisi Türkçe’ye çevirenlere göre
Sevgili Peygamberimiz, fıtrat sözcüğü ile İslâm fıtratını kastetmiştir. Sonunda
hadis:
“Her doğan çocuk (İslâm)
fıtrat(ı) üzerine doğar, ancak anne ve babası onu ya Yahudileştirir, ya
Hıristiyanlaştırır, ya da Mecusileştirir,” biçimini almıştır.
Hadis bu kadarıyla Türkçe’ye çevrilir ve kürsülerden bu kadarıyla
anlatılır. Gerisi gereksiz bir fazlalıkmış gibi tercüme ve anlatımdan çıkarılır.
Çünkü hadisin başlangıcıyla sonu arasında bir anlam bütünlüğü kurulamaz.
Fıtrat hadisini tercüme edenler, tercümede kendi yorumlarını da hadismiş
gibi gösterme gafletine düşmüşlerdir. Oysa “Kim,
kasten bile bile bana yalan isnat ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın”, Peygamber
uyarısını hiç duymamış veya hiç anlamamış gibidirler.
Hadiste geçen fıtrat sözcüğü eğer İslâm fıtratı biçiminde yorumlanacak olursa, bu anlamın Rum
suresinin 30. ayetinde belirtilen “Allah’ın yaratmasında asla değişme olmaz!” hükmü ile çeliştiği
görülecektir. Çünkü fıtrat hadisinde, her çocuğun üzerine doğduğu belirtilen
İslâm fıtratını anne ve baba istedikleri gibi değiştirebilmektedir.
Gerçekte Rum sûresinin 30. âyetiyle fıtrat hadisi arasında hiçbir
çelişki bulunmamaktadır. Eğer Fıtrat Hadisinin Türkçe çevirisinden İslâm
sözcüğü çıkarılacak olursak, âyetle hadis arasında tam bir anlam bütünlüğünün bulunduğu
görülecektir. Şimdi Rum suresinin 30. ayeti ile fıtrat hadisini yeniden ele
alalım.
“(Ey Rasulüm Muhammed!) Sen yüzünü hanif
(tevhid ehli) olarak dine (Allah’ın değişmez hükmüne) çevir. Bu
Allah’ın fıtratı (yaratışı)dır ki, insanları onun üzerine yaratmıştır. Allah’ın
yaratmasında ise asla değişme olmaz. İşte dosdoğru, sapsağlam, değişmez din (hüküm) budur. Fakat insanların çoğu (bu gerçeği) bilmezler.”
“Her doğan (önceden belirlenmiş bir) fıtrat üzere
doğar. Sonra anne ve babası onu ya Yahudileştirir, ya Hıristiyanlaştırır, ya da
Mecusileştirir. Bunun gibi bir hayvan yavrusu da tüm organları yerli yerinde
olduğu halde doğar. Siz onda herhangi bir noksanlık görüyor musunuz?”
Âyet ve hadiste sözü edilen fıtrat, ister müslüman, isterse kâfir olsun,
tüm insanların fiziksel beden yapıları ile ilgili bir yaratılıştır. Varlıklar
içinde insana bakıldığında, bir bütün olarak onun hiçbir varlığa benzemediği
görülür. Bedendeki iç ve dış organların konumları, çalışma ve hareketleri,
birbiriyle uyum içinde olmaları, ayrıca
tenin rengi tam bir mükemmelliktedir. Yine insandaki akıl, düşünce, irâde,
hayal etme, deneyim ve bilgilerin saklanması başka bir varlıkta yok gibidir.
İşte bu, Yüce Hakk’ın, Tin Suresinde: “Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık”[1] şeklinde
belirttiği yaratılıştır. Bu yaratılış biçimi, yalnızca insana özgüdür, onu
diğer varlıklardan ayırır, ayrıca bu yaratılışın iman ve küfürle de bir ilgisi
yoktur. İşte değişmeyen fıtrat budur.
Ayette geçen din sözcüğüne gelince; pek çok yorumcu bu sözcüğe “şeriat” anlamı vermiştir. Bu da konuyu
amacının dışında başka bir alana kaydırdığı için ayeti anlaşılmaz bir duruma
sokmuştur. Oysa din sözcüğünün şeriat anlamının dışında pek çok anlamının
bulunduğunu yukarıda belirtmiş ve bunları sıralamıştık. Bu sıralama içinde,
ayette geçen din sözcüğüne en uygun
düşen anlam “hüküm” anlamıdır.
Şimdi fıtrat hadisine geri dönelim ve hadis mütercimlerinin tercümesine
gerek duymadıkları kısımla birlikte yeniden ele alalım.
“Her doğan ( canlı önceden belirlenmiş bir) fıtrat üzerine
doğar (ki, bu
yaratılış Allah’ın değişmez kesin bir hükmüdür ve hiçbir kimse bu yaratılışı
değiştiremez.) Çocuk büyüyünce anne ve
babası onu Yahudi iseler Yahudi, Hıristiyan iseler Hıristiyan, Mecusi iseler
Mecusi yaparlar.
(Nasıl ki bir insan yavrusu her organı yerli
yerinde insan olarak doğarsa) bunun gibi bir hayvan yavrusu da tüm organları yerli
yerinde olduğu halde (hayvan
olarak)
doğar. Siz onda herhangi bir noksanlık/eksiklik görüyor musunuz?”
Kuşkusuz insanlar ve cinler inanç yönünden iki fıtrat üzerine
yaratılmışlardır. Bunlar da “İslâm Fıtratı” ve “Küfür Fıtratı”dır. Ancak anlamını verdiğimiz ayet ve hadisin İslâm
ve küfür fıtratlarıyla bir ilgisinin bulunmadığı gayet açıktır.
İslam fıtratı da, küfür fıtratı da Allah’ın
asla değişmez kesin hükümlerindendir.
Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“(Ey Rasûlüm!) Kâfirleri (cehennem azabıyla) uyarsan da, uyarmasan da
onlar için eşittir (fark eden
bir durum olmaz). Çünkü onlar ( ne bugün,
ne de gelecek bir zamanda) asla iman etmezler.”[2]
“Haklarında Rabbinin hükmü
kesinleşmiş olan (kâfirler), her türlü mucize önlerine
gelmiş olsa da, son derece elem verici azabı görmedikçe inanmazlar.”[3]
“Onları (inkâr edenleri cehennem azabıyla) uyarsan da, uyarmasan da
onlar için eşittir. Onlar (hiçbir zaman) inanmayacaklar.”[4]
Burada haklı olarak şöyle bir soru sorulabilir:
“Küfür fıtratı, Allah’ın değişmez kesin bir hükmü ise, Kur’an kime ve
niçin indirilmiştir veya peygamberler ilâhi buyruklarla kime gönderilmişlerdir?
Bu sorunun cevabını Yüce Allah bakın nasıl veriyor:
“Biz Ona (Kulumuz ve Rasûlümüz Muhammed’e, kâfirlerin
ileri sürdüğü gibi) şiir öğretmedik. Bu Ona yakışmaz da. Kuşkusuz o, (Peygamberimize indirdiğimiz) apaçık bir Kur’an ve
zikirdir/öğüttür. (O), yaşayan herkesi uyarmak
için ve kâfirler hakkında verilen (ilahi) söz/hüküm gerçekleşsin diye indirilmiştir.”[5]
Bu âyete göre fıtratı İslâm olanlar “diri”, fıtratı küfür olanlar da “ölü” düzeyindedir. Küfür topluluğu için ayrıca “kör”, “sağır”, “dilsiz”, “kalbsiz” ve “duygusuz” gibi nitelemelerde de
bulunulmuştur.
Yine bu konuda Buhârı ve Müslim’in rivayet ettikleri hadisler var.
-Ebû Hüreyre (ra)’den. Peygamber Efendimize (küçük
yaşta ölen) müşrik çocukları hakkında soruldu da Peygamber Efendimiz: “Onların ne yapacaklarını Allah daha iyi
bilir” diye cevap verdi.
Aynı hadis, değişik sözcüklerle İbni Abbas (ra)’dan da rivayet
edilmiştir. Rasûlullah (sav) Efendimize müşriklerin (küçük
yaşta ölen) çocukları hakkında soruldu da Rasûlullah (sav) Efendimiz: “Onların ne yapacaklarını onları yaratan
daha iyi bilir” diye cevap verdi.
Müslim’in Hz. Âişe (ra.hâ) annemizden rivayet ettiği bir hadiste Hz. Âişe
(ra.hâ) annemiz şöyle anlatmıştır:
–Rasûlullah (sav) Efendimiz,
Medineli müslümanlardan bir çocuğun cenazesine çağrıldı. Ben:
-Ey Allah’ın Rasûlü! Ne mutlu ona ki, cennet kuşlarından bir kuş oldu.
Çünkü günah işlemedi, günah işleyecek bir çağa da ulaşmadı, dedim. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav):
- Âişe! Ya dediğin gibi olmazsa…
Yüce Allah, cenneti yaratırken cennete, henüz babalarının sulbünde olan bir
takım kimseleri, cehennemi yaratırken de cehenneme, henüz babalarının sulbünde
olan bir takım kimseleri yaratmıştır, buyurdular.
Buhârî ve Nesâi’nin rivayet ettikleri başka bir hadiste Enes (ra) şöyle
anlattı:
- Peygamber (sav) Efendimize hizmet eden bir Yahudi çocuğu vardı. O
çocuk hastalandı ve gelemedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) Efendimiz onu
ziyarete gitti. Onun başucuna oturdu. Ona: -müslüman ol! Dedi. Çocuk yanında bulunan babasına baktı. Babası
çocuğa: -Ebu’l Kasım’ın sözünü dinle”,
dedi. Bunun üzerine çocuk müslüman oldu. Sonra Peygamber (sav) Efendimiz oradan
çıkarken:
-Cehennem ateşinden kurtaran
Allah’a hamdolsun, diyordu.
Kehf Suresinin 74. ayetinde anlatılan Hızır (as)’ın günahsız bir çocuğu
öldürmesi ve aynı surenin 80. ve 81. ayetlerinde öldürüş nedenini açıklaması
olayı da küfür ve imanın iki değişmez birer fıtrat olduklarını açıkça ortaya koymaktadır.
İmam Mâlik (ra) de bu görüştedir.
Küçük yaşta ölen nice çocuklar vardır ki; onlardan bir kısmı kıyâmet
gününde şehitlerle, bir kısmı hafızlarla, bir kısmı da âriflerle bir arada
diriltilerek cennete gireceklerdir.
Burada çözümü zor olan soru şudur:
“Sözü
edilen fıtratların belirlenmesinde ilahi ölçü nedir? Hangi olay, söz konusu
fıtratların belirlenmesinde etken olmuştur?”
Bu sorunun cevabı A’raf Suresinin 172. ayetinde yer alan “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusu
ile “Evet sen bizim Rabbimizsin” cevabında
gizlidir. Burada “kader sırrı” dediğimiz ilâhi bir hükümle karşı
karşıyayız. Bize düşen yalnızca inanmaktır. Yüce Rabbimiz “onlar gabya inanırlar”[6] demiyor
mu? Bu konuyu iki hadisle
noktalayalım.
Buhârî ve Müslim Abdullah İbni Mes’ud (ra)’dan rivayet ediyor. Rasûlullah
(sav) Efendimiz:
- Sizden her birinizin
yaratılışı ana rahminde bir nutfe olarak kırk günde toplanır. Sonra (ikinci) kırk günde alaka (embriyo) olur. Sonra (üçüncü) kırk günde müdga (et parçası) olur. Sonra oraya bir melek gönderilir. Ona ruh
üfler ve şu dört kelimeyi yazması emredilir.
1. Rızkını,
2. Ecelini,
3. Amelini,
4. Cennetlik mi yoksa cehennemlik mi olacağını.
Kendinden başka ilâh olmayan
Allah’a yemin ederim ki, sizden biri cennet ehlinin amelini işlemeye başlar.
Öyle ki, kendisi ile cennet arasında bir arşın
(76 cm) yer kalır. Sonra kitap öne
geçer, cehennem ehlinin amelini işlemeye başlar, (ömrünü bu hal üzere bitirerek) cehenneme girer.
Yine sizden bir kimse de
cehennem ehlinin amelini işlemeye başlar. Öyle ki, kendisi ile cehennem
arasında bir arşın yer kalır. Sonra kitap öne geçer. Cennet ehlinin amelini
işlemeye başlar, (bu hal üzere
ömrünü bitirerek) cennete girer” dediler. Bunun üzerine sahabeden birisi:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Mademki
cennetlik veya cehennemlik olduğumuz daha ana rahminde iken belirlenmiştir,
öyle ise niçin iyi amellerde bulunalım?” diye sordu.
Allah’ın Rasûlü (sav):
“Kim ne için yaratılmışsa,
ona o yol kolaylaştırılır”, diye cevap verdiler.
Yine buna benzer bir soru üzerine Rasulullah (sav) Efendimiz:
“Kim cennet için
yaratılmışsa, Allah onu cennet ehlinin ameliyle işletir. Kim de cehennem için
yaratılmışsa, Allah onu cehennem ehlinin ameliyle işletir” diye cevap verdiler.
Görülüyor ki, fıtrat/yaratılış ister beden yapılarının biçimleri ile
ilgili olsun, isterse inanç yapılarıyla ilgili olsun asla değişmez, değişikliğe
uğramaz ve değiştirilemez. Anne ve babanın çocuklarını, inanarak bağlı
oldukları dine sokmaya çalışmaları da ilâhi bilgide belirlenmiş inanç
fıtratlarını değiştirmeye yetmez. Eğer çocuk, anne ve babasının yönlendirmesi
ile herhangi bir dine girmişse, çocuğun bu seçimi fıtratının böyle
olmasındandır. Sonra anne ve babanın her yönlendirmesinin çocuk üzerinde etkili
ve başarılı olduğu söylenemez. Hz. Nuh (as)’ın bir oğlunun ve eşinin iman
etmediğini Kur’an’ın haber vermesiyle biliyoruz.
Bizim asıl bilmediğimiz konu, kimin hangi inanç fıtratı üzerine
yaratıldığıdır. İşte gayb perdesi altında gizlenen kader sırrı budur. Bizler
ise gayba inanmakla emrolunduk. Her şeyin en doğrusunu, Yaratan Rabbimiz bilir.
Biz O’na inandık, O’na yöneldik ve O’ndan bağışlanma dileriz. Bu konuda Hâfız
İbni Hâcer’in el-Feth adlı kitabının Cenâiz konusuna, İmam Suyûtî’nin
el-Bürûdü’s Sâfire adlı kitabına bakılırsa hadisçilerin yorumları açıkça
görülecektir. Başarıya ulaştıran Allah'a hamdolsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder