12 Mayıs 2012 Cumartesi

FITRAT/YARATILIŞ

FITRAT/YARATILIŞ

Biz bu yazımızda, varlıklar içinde seçkin bir yeri ve Allah katında üstün bir değeri olan insanın fıtratını/yaratılışını konu edineceğiz. Çünkü pek çok kimse, insan fıtratının belirlenmesinde büyük bir yanılgıya düşmüş ve konuyu içinden çıkılmaz bir duruma getirmiştir.

Madde ve mana evrenlerinin tek yaratıcısı kuşkusuz eşi ve benzeri olmayan Yüce Allah’tır. O’ndan başka ilah ve O’ndan başka yaratıcı yoktur. En güzel isimler ve en yüce nitelikler Onundur.

Yüce Allah, her varlığı öncesiz ilmi ve kudretiyle belirlediği bir biçimde yaratmıştır. Varlıkların birbirlerine benzemeyen bu yaratılışlarına “fıtrat” denir. Fıtratların değişmeyeceği de kesin bir hükme bağlanmıştır. Bu değişmez kesin hükmün adı ilahi sözde “ed-dinü’l kayyım”dır.

DİN sözcüğünün “bağlamak, yol, hüküm, ceza, ödül, şeriat, uyma, ibadet, kulluk, niyet, millet, âdet, durum, mülk, kaza, önlem, boyun eğme, iman, takva, saltanat, bağlılık, yönetme ve kuşatma” gibi çeşitli anlamları vardır. KAYYIM sözcüğü de dosdoğru, düzgün, sapsağlam, değerli, başkan, idareci gibi anlamlara gelmektedir.
 
             Buna göre Yusuf Suresinin 40, Rum Suresinin 30 ve Beyyine Suresinin 5. âyetlerinde geçen “ed-dinü’l kayyım” ifadesi dosdoğru ve sapsağlam hüküm demektir. Allah’ın koyduğu hüküm düzgün ve sağlam olunca, artık bu hükmün değişmesi veya değiştirilmesi de söz konusu olamaz.

Genelde her canlının birbirlerine benzemeyen ve onu diğer canlılardan ayıran özellik ve niteliklerin toplandığı bir yaratılış biçimidir Fıtrat. Biz bu fiziksel bedenlerin özellik ve niteliklerine bakarak canlıları birbirlerinden kolaylıkla ayırt ediyor ve gördüğümüz her canlıyı şu insan, şu maymun, şu kedi, şu köpek, şu kurt, şu aslan ve şu kaplan diye adlandırıyoruz. Böylece hiç bir canlıyı diğerleri ile karıştırmıyoruz.  Tekrarlamak gerekirse canlıların, fiziksel bedenlerini birbirinden ayıran farklı nitelik ve özelliklerdeki bu yaratılışlarına fıtrat denir.

Buhârî ve Müslim’in Ebû Hüreyre (ra)’den rivayet ederek Sahih’lerine aldıkları ve “fıtrat hadisi” adıyla şöhret bulan bir hadis vardır. Rasûlullah (sav) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Her doğan (önceden belirlenmiş bir)  fıtrat üzere doğar. Sonra anne ve babası onu ya Yahudileştirir, ya Hıristiyanlaştırır, ya da Mecusileştirir. Bunun gibi bir hayvan yavrusu da tüm organları yerli yerinde olduğu halde doğar. Siz onda herhangi bir noksanlık görüyor musunuz?”

Yüce Allah, Rum Suresinin 30. ayetinde insan fıtratı/yaratılışı ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّينِ حَنيفًا فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّتى فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْديلَ لِخَلْقِ اللّٰهِ ذٰلِكَ الدّينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ   

(Ey Rasûlüm Muhammed!) Sen yüzünü hanif (tevhid ehli) olarak dine (Allah’ın değişmez hükmüne) çevir. Bu Allah’ın fıtratı (yaratışı)dır ki, insanları onun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında asla değişme olmaz. İşte dosdoğru, sapsağlam ve değişmez din (hüküm) budur. Fakat insanların çoğu (bu gerçeği) bilmezler.”

Hem hadiste, hem de bu ayette sözü edilen fıtrat; “Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık”  (Tîn Suresi: 4)  ayetinde belirtilen bedenlerle ilgili yaratılıştır.

Fıtrat hadisinde, fıtrat sözcüğü, yalın olarak geçtiği halde bu hadisi Türkçe’ye tercüme edenler, fıtrat sözcüğüne bir de “İslâm” sözcüğü ekleyerek fıtratı “İslâm Fıtratı” biçimine sokmuşlardır.  Yani hadisi Türkçe’ye çevirenlere göre Sevgili Peygamberimiz, fıtrat sözcüğü ile İslâm fıtratını kastetmiştir. Sonunda hadis:

“Her doğan çocuk (İslâm) fıtrat(ı) üzerine doğar, ancak anne ve babası onu ya Yahudileştirir, ya Hıristiyanlaştırır, ya da Mecusileştirir,” biçimini almıştır.

Hadis bu kadarıyla Türkçe’ye çevrilir ve kürsülerden bu kadarıyla anlatılır. Gerisi gereksiz bir fazlalıkmış gibi tercüme ve anlatımdan çıkarılır. Çünkü hadisin başlangıcıyla sonu arasında bir anlam bütünlüğü kurulamaz.

Fıtrat hadisini tercüme edenler, tercümede kendi yorumlarını da hadismiş gibi gösterme gafletine düşmüşlerdir. Oysa “Kim, kasten bile bile bana yalan isnat ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın”, Peygamber uyarısını hiç duymamış veya hiç anlamamış gibidirler. 

Hadiste geçen fıtrat sözcüğü eğer İslâm fıtratı biçiminde yorumlanacak olursa, bu anlamın Rum suresinin 30. ayetinde belirtilen “Allah’ın yaratmasında asla değişme olmaz!” hükmü ile çeliştiği görülecektir. Çünkü fıtrat hadisinde, her çocuğun üzerine doğduğu belirtilen İslâm fıtratını anne ve baba istedikleri gibi değiştirebilmektedir.

Gerçekte Rum sûresinin 30. âyetiyle fıtrat hadisi arasında hiçbir çelişki bulunmamaktadır. Eğer Fıtrat Hadisinin Türkçe çevirisinden İslâm sözcüğü çıkarılacak olursak, âyetle hadis arasında tam bir anlam bütünlüğünün bulunduğu görülecektir. Şimdi Rum suresinin 30. ayeti ile fıtrat hadisini yeniden ele alalım.

(Ey Rasulüm Muhammed!) Sen yüzünü hanif (tevhid ehli) olarak dine (Allah’ın değişmez hükmüne) çevir. Bu Allah’ın fıtratı (yaratışı)dır ki, insanları onun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında ise asla değişme olmaz. İşte dosdoğru, sapsağlam, değişmez din (hüküm) budur. Fakat insanların çoğu (bu gerçeği) bilmezler.”

“Her doğan (önceden belirlenmiş bir) fıtrat üzere doğar. Sonra anne ve babası onu ya Yahudileştirir, ya Hıristiyanlaştırır, ya da Mecusileştirir. Bunun gibi bir hayvan yavrusu da tüm organları yerli yerinde olduğu halde doğar. Siz onda herhangi bir noksanlık görüyor musunuz?”

Âyet ve hadiste sözü edilen fıtrat, ister müslüman, isterse kâfir olsun, tüm insanların fiziksel beden yapıları ile ilgili bir yaratılıştır. Varlıklar içinde insana bakıldığında, bir bütün olarak onun hiçbir varlığa benzemediği görülür. Bedendeki iç ve dış organların konumları, çalışma ve hareketleri, birbiriyle uyum içinde olmaları,  ayrıca tenin rengi tam bir mükemmelliktedir. Yine insandaki akıl, düşünce, irâde, hayal etme, deneyim ve bilgilerin saklanması başka bir varlıkta yok gibidir.

İşte bu, Yüce Hakk’ın, Tin Suresinde: “Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık”[1] şeklinde belirttiği yaratılıştır. Bu yaratılış biçimi, yalnızca insana özgüdür, onu diğer varlıklardan ayırır, ayrıca bu yaratılışın iman ve küfürle de bir ilgisi yoktur. İşte değişmeyen fıtrat budur.

Ayette geçen din sözcüğüne gelince; pek çok yorumcu bu sözcüğe “şeriat” anlamı vermiştir. Bu da konuyu amacının dışında başka bir alana kaydırdığı için ayeti anlaşılmaz bir duruma sokmuştur. Oysa din sözcüğünün şeriat anlamının dışında pek çok anlamının bulunduğunu yukarıda belirtmiş ve bunları sıralamıştık. Bu sıralama içinde, ayette geçen din sözcüğüne en uygun düşen anlam “hüküm” anlamıdır.

Şimdi fıtrat hadisine geri dönelim ve hadis mütercimlerinin tercümesine gerek duymadıkları kısımla birlikte yeniden ele alalım.

“Her doğan ( canlı önceden belirlenmiş bir) fıtrat üzerine doğar (ki, bu yaratılış Allah’ın değişmez kesin bir hükmüdür ve hiçbir kimse bu yaratılışı değiştiremez.) Çocuk büyüyünce anne ve babası onu Yahudi iseler Yahudi, Hıristiyan iseler Hıristiyan, Mecusi iseler Mecusi yaparlar.

 (Nasıl ki bir insan yavrusu her organı yerli yerinde insan olarak doğarsa) bunun gibi bir hayvan yavrusu da tüm organları yerli yerinde olduğu halde (hayvan olarak) doğar. Siz onda herhangi bir noksanlık/eksiklik görüyor musunuz?”

Kuşkusuz insanlar ve cinler inanç yönünden iki fıtrat üzerine yaratılmışlardır. Bunlar da “İslâm Fıtratı” ve “Küfür Fıtratı”dır. Ancak anlamını verdiğimiz ayet ve hadisin İslâm ve küfür fıtratlarıyla bir ilgisinin bulunmadığı gayet açıktır.

İslam fıtratı da, küfür fıtratı da Allah’ın asla değişmez kesin hükümlerindendir.

Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

(Ey Rasûlüm!) Kâfirleri (cehennem azabıyla) uyarsan da, uyarmasan da onlar için eşittir (fark eden bir durum olmaz). Çünkü onlar ( ne bugün, ne de gelecek bir zamanda) asla iman etmezler.”[2]

“Haklarında Rabbinin hükmü kesinleşmiş olan (kâfirler), her türlü mucize önlerine gelmiş olsa da, son derece elem verici azabı görmedikçe inanmazlar.”[3]

“Onları (inkâr edenleri cehennem azabıyla) uyarsan da, uyarmasan da onlar için eşittir. Onlar (hiçbir zaman) inanmayacaklar.”[4]

Burada haklı olarak şöyle bir soru sorulabilir:

Küfür fıtratı, Allah’ın değişmez kesin bir hükmü ise, Kur’an kime ve niçin indirilmiştir veya peygamberler ilâhi buyruklarla kime gönderilmişlerdir?

Bu sorunun cevabını Yüce Allah bakın nasıl veriyor:

“Biz Ona (Kulumuz ve Rasûlümüz Muhammed’e, kâfirlerin ileri sürdüğü gibi) şiir öğretmedik. Bu Ona yakışmaz da. Kuşkusuz o, (Peygamberimize indirdiğimiz) apaçık bir Kur’an ve zikirdir/öğüttür. (O), yaşayan herkesi uyarmak için ve kâfirler hakkında verilen (ilahi) söz/hüküm gerçekleşsin diye indirilmiştir.”[5]

Bu âyete göre fıtratı İslâm olanlar “diri”, fıtratı küfür olanlar da “ölü” düzeyindedir. Küfür topluluğu için ayrıca “kör”, “sağır”, “dilsiz”, “kalbsiz” ve “duygusuz” gibi nitelemelerde de bulunulmuştur.

Yine bu konuda Buhârı ve Müslim’in rivayet ettikleri hadisler var.

-Ebû Hüreyre (ra)’den. Peygamber Efendimize (küçük yaşta ölen) müşrik çocukları hakkında soruldu da Peygamber Efendimiz: “Onların ne yapacaklarını Allah daha iyi bilir” diye cevap verdi.

Aynı hadis, değişik sözcüklerle İbni Abbas (ra)’dan da rivayet edilmiştir. Rasûlullah (sav) Efendimize müşriklerin (küçük yaşta ölen) çocukları hakkında soruldu da Rasûlullah (sav) Efendimiz: “Onların ne yapacaklarını onları yaratan daha iyi bilir” diye cevap verdi.

Müslim’in Hz. Âişe (ra.hâ) annemizden rivayet ettiği bir hadiste Hz. Âişe (ra.hâ) annemiz şöyle anlatmıştır:

 –Rasûlullah (sav) Efendimiz, Medineli müslümanlardan bir çocuğun cenazesine çağrıldı. Ben:

 -Ey Allah’ın Rasûlü! Ne mutlu ona ki, cennet kuşlarından bir kuş oldu. Çünkü günah işlemedi, günah işleyecek bir çağa da ulaşmadı, dedim.  Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav):

- Âişe! Ya dediğin gibi olmazsa… Yüce Allah, cenneti yaratırken cennete, henüz babalarının sulbünde olan bir takım kimseleri, cehennemi yaratırken de cehenneme, henüz babalarının sulbünde olan bir takım kimseleri yaratmıştır, buyurdular.                                  

Buhârî ve Nesâi’nin rivayet ettikleri başka bir hadiste Enes (ra) şöyle anlattı:

- Peygamber (sav) Efendimize hizmet eden bir Yahudi çocuğu vardı. O çocuk hastalandı ve gelemedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) Efendimiz onu ziyarete gitti. Onun başucuna oturdu. Ona: -müslüman ol! Dedi. Çocuk yanında bulunan babasına baktı. Babası çocuğa: -Ebu’l Kasım’ın sözünü dinle”, dedi. Bunun üzerine çocuk müslüman oldu. Sonra Peygamber (sav) Efendimiz oradan çıkarken:

-Cehennem ateşinden kurtaran Allah’a hamdolsun, diyordu.

Kehf Suresinin 74. ayetinde anlatılan Hızır (as)’ın günahsız bir çocuğu öldürmesi ve aynı surenin 80. ve 81. ayetlerinde öldürüş nedenini açıklaması olayı da küfür ve imanın iki değişmez birer fıtrat olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. İmam Mâlik (ra) de bu görüştedir.

Küçük yaşta ölen nice çocuklar vardır ki; onlardan bir kısmı kıyâmet gününde şehitlerle, bir kısmı hafızlarla, bir kısmı da âriflerle bir arada diriltilerek cennete gireceklerdir.

       Burada çözümü zor olan soru şudur:

“Sözü edilen fıtratların belirlenmesinde ilahi ölçü nedir? Hangi olay, söz konusu fıtratların belirlenmesinde etken olmuştur?”  

Bu sorunun cevabı A’raf Suresinin 172. ayetinde yer alan “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusu ile “Evet sen bizim Rabbimizsin” cevabında gizlidir. Burada “kader sırrı”  dediğimiz ilâhi bir hükümle karşı karşıyayız. Bize düşen yalnızca inanmaktır. Yüce Rabbimiz “onlar gabya inanırlar”[6] demiyor mu? Bu konuyu iki hadisle noktalayalım.

Buhârî ve Müslim Abdullah İbni Mes’ud (ra)’dan rivayet ediyor. Rasûlullah (sav) Efendimiz:

- Sizden her birinizin yaratılışı ana rahminde bir nutfe olarak kırk günde toplanır. Sonra (ikinci) kırk günde alaka (embriyo) olur. Sonra (üçüncü) kırk günde müdga (et parçası) olur. Sonra oraya bir melek gönderilir. Ona ruh üfler ve şu dört kelimeyi yazması emredilir.  

1. Rızkını,
2. Ecelini,
3. Amelini,
4. Cennetlik mi yoksa cehennemlik mi olacağını.

Kendinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki, sizden biri cennet ehlinin amelini işlemeye başlar. Öyle ki, kendisi ile cennet arasında bir arşın (76 cm) yer kalır. Sonra kitap öne geçer, cehennem ehlinin amelini işlemeye başlar, (ömrünü bu hal üzere bitirerek)  cehenneme girer.

Yine sizden bir kimse de cehennem ehlinin amelini işlemeye başlar. Öyle ki, kendisi ile cehennem arasında bir arşın yer kalır. Sonra kitap öne geçer. Cennet ehlinin amelini işlemeye başlar, (bu hal üzere ömrünü bitirerek) cennete girer” dediler. Bunun üzerine sahabeden birisi:

“Ey Allah’ın Rasûlü! Mademki cennetlik veya cehennemlik olduğumuz daha ana rahminde iken belirlenmiştir, öyle ise niçin iyi amellerde bulunalım?” diye sordu.  Allah’ın Rasûlü (sav):

“Kim ne için yaratılmışsa, ona o yol kolaylaştırılır”,  diye cevap verdiler.

Yine buna benzer bir soru üzerine Rasulullah (sav) Efendimiz:

“Kim cennet için yaratılmışsa, Allah onu cennet ehlinin ameliyle işletir. Kim de cehennem için yaratılmışsa, Allah onu cehennem ehlinin ameliyle işletir” diye cevap verdiler.

Görülüyor ki, fıtrat/yaratılış ister beden yapılarının biçimleri ile ilgili olsun, isterse inanç yapılarıyla ilgili olsun asla değişmez, değişikliğe uğramaz ve değiştirilemez. Anne ve babanın çocuklarını, inanarak bağlı oldukları dine sokmaya çalışmaları da ilâhi bilgide belirlenmiş inanç fıtratlarını değiştirmeye yetmez. Eğer çocuk, anne ve babasının yönlendirmesi ile herhangi bir dine girmişse, çocuğun bu seçimi fıtratının böyle olmasındandır. Sonra anne ve babanın her yönlendirmesinin çocuk üzerinde etkili ve başarılı olduğu söylenemez. Hz. Nuh (as)’ın bir oğlunun ve eşinin iman etmediğini Kur’an’ın haber vermesiyle biliyoruz.

Bizim asıl bilmediğimiz konu, kimin hangi inanç fıtratı üzerine yaratıldığıdır. İşte gayb perdesi altında gizlenen kader sırrı budur. Bizler ise gayba inanmakla emrolunduk. Her şeyin en doğrusunu, Yaratan Rabbimiz bilir. Biz O’na inandık, O’na yöneldik ve O’ndan bağışlanma dileriz. Bu konuda Hâfız İbni Hâcer’in el-Feth adlı kitabının Cenâiz konusuna, İmam Suyûtî’nin el-Bürûdü’s Sâfire adlı kitabına bakılırsa hadisçilerin yorumları açıkça görülecektir. Başarıya ulaştıran Allah'a hamdolsun.


[1] Tin Suresi: 4
[2] Bakara Suresi: 6.ayet
[3] Yunus Suresi: 96-97.ayetler
[4] Yasin Suresi: 9.ayet
[5] Yasin Suresi:69-70.ayetler
[6] Bakara Suresi: 3.ayet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder