12 Mayıs 2012 Cumartesi

TEVHİDİ YIKMAYA YÖNELİK BİR KÜFÜR EYLEMİ "ŞİRK"

 Ortak koşmak” anlamına gelen şirk, Yüce Hakk’ın benzersiz zâtına ait ilâhi niteliklerine herhangi bir varlığın sahip olduğuna bilerek veya bilmeyerek inanmaktır. Şirk koşmanın tek nedeni Allah’ı bilmemektir. Bilgi yoksa geçerli bir iman da yoktur. Kâfir Allah’ı hiç tanımaz ve inanmazken, Allah’a ortaklar koşan müşrik, Allah’ın varlığını bilmekte ve kabul etmektedir. Yani Allah’ın varlığına inanmaktadır. Bu duruma;

İslâm’dan önce câhiliye dönemi Araplarının, kendi elleriyle yaptıkları putlara “Allah’ın şefâatçileri” olarak inanmaları ve bu şefâati sağlamak için de onlara tapınmaları ile Hıristiyanların Hz. İsâ’ya “Allah’ın oğlu”, Yahudilerin de Hz. Üzeyir için “Allah’ın oğlu” ve meleklere de   “Allah’ın kızları” diyerek inanmalarını örnek verebiliriz.

Bunlardan başka müslümanlar arasında yaygın olan şirk örnekleri de vardır.

·      Bazı tarikat mensuplarının, hiçbir ayrım yapmaksızın; benim şeyhim her şeyi bilir, hiçbir şey ondan gizli değildir şeklinde inanmaları,
·      Bazı kimselerin, kendi kader ve fiillerini yine kendilerinin yarattığına inanmaları,
·      İbadetlerin, sevap kazanmak veya dünya ve âhiret yararı sağlamak için yapılması,
·      Yine namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadetlerin gösteriş amaçlı yapılması,
·      Ayrıca güçlü ve zengin kimselerle makam ve rütbe sahiplerinin kendisine zarar veya yarar verebileceklerine inanılması.
Aşağıdaki cümlelerde olduğu gibi yaratma fiilini Allah’tan başka varlıklar için kullanmak da şirk kapsamındadır.

 “Ben, istersem yaratırım.” Yaratıcı bir zekâya sahiptir.” “Doğa, bizim için her gün yeni imkânlar yaratıyor.” “Yaratıcı insanları severim.” “Yaratmak bizim işimizdir.” Vb.

Allah’a şirk koşmak inkâr biçimlerinden biridir. Buna göre tevhidin karşıtı olan şirk,  en büyük günahların başında sayılmıştır.

Rasûlullah (sav) Efendimiz bir gün ashâbına:

-     Yedi helâk ediciden sakının, dedi. Ashâb sordu: 

-     Bunlar nedir Yâ Rasûlallah? Rasûlullah (sav) Efendimiz:
1)   Allah'a şirk/ortak koşmak,
2)   Sihir yapmak,

3)   Allah haram kıldığı halde bir kimseyi haksız yere öldürmek,

4)   Yetim malı yemek,

5)   Faiz yemek,
6)   Savaş anında düşmana arkasını dönüp kaçmak,

7)   Namuslu, kendi halindeki mümine kadınlara zinâ iftirasında bulunmaktır." buyurdular.  (Buhârî, Vesâyâ 23, Tıp 38, Hudûd 44; Müslim, İman 145; Ebû Dâvûd, Vesâyâ 10; Nesâî, Vesâyâ 12)

Yukarıda da belirttiğimiz gibi insanlar ya bilerek veya bilmeyerek Allah’a şirk/ortak koşarlar. Hangi durumda olursa olsun, şirk koşan kimse İslâm’dan çıkar, o güne kadar yaptığı tüm ibadet ve iyilikleri boşa gider. Sonradan tövbe edip müslüman olsa bile eski ibadet ve iyilikleri bir daha geri gelmez.

 Yanılarak veya bilmeyerek şirk koşanlar, yaptıkları işin yanlış ve çirkin olduğu kendilerine anlatıldığı veya kendileri farkına vardıkları an hemen tövbe ederler. Fakat bilerek şirk koşanlar ise asla tövbe etmezler. Bu durum münâfıkların durumu ile aynıdır.

Şirk koşmak, Allah’ın kitabında, Allah’a karşı büyük bir iftirâ ve zulüm/haksızlık olarak nitelendirilmiş, insanların şirkten uzak durmaları öğütlenmiştir.

 “Hani Lokman oğluna -öğüt vererek şöyle- demişti: Ey oğlum, Allah'a şirk koşma. Kuşkusuz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür." (Lokman: 13)

“Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftirâ etmiş olur.” (Nisâ: 48)
“Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, artık o salih/iyi bir amel/işte bulunsun ve kullukta hiçbir varlığı Rabbine ortak koşmasın." (Kehf: 110)
“Allah’a ibadet/kulluk edin ve O’na hiçbir varlığı ortak koşmayın.” (Nisâ: 36)
“Allah hiç kimseyi kendi hükmünde ortak kabul etmez (Kehf: 26)
        “Benden başka ilah yoktur, öyle ise yalnızca bana kulluk edin” (Enbiya: 25)

Bilgisizliği nedeniyle Allah’a şirk koşan kimse, yaptığı işin çirkin olduğunu anlayıp ölmeden önce büyük bir pişmanlıkla tövbe ederse, umulur ki tövbesi kabul olur ve affedilir

“Ancak kim işlediği zulümden sonra tövbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, kuşkusuz Allah onun tövbesini kabul eder. Allah,  gerçekten bağışlayandır, esirgeyendir.” (Mâide/5- 39) 

Yüce Allah, müşrikleri ve filleri olan şirki hiçbir zaman bağışlamayacağını, kendilerine yaptıkları fiilin çirkin olduğu haber verildiği halde şirk koşmakta inat ve ısrar ederek müşrik olarak ölenlerin sürekli olarak cehennemde kalacaklarını şöyle haber verir:

Kuşkusuz, Kitap ehlinden ve müşriklerden kâfir olanlar, içinde sürekli kalıcılar olmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar, yaratılmışların en kötüleridir.” (Beyyine: 6)

“Gerçekten Allah, Kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftirâ etmiş olur.” (Nisâ: 48)
Gerçekten Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan, kuşkusuz derin bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisâ: 116)

Bazı insanlarda şirk onların vaz geçilmez karakteri olmuştur.

“İnsanlar bir darlığa uğrayınca, Rablerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra Allah kendi katından onlara bir rahmet tattırınca, bakarsınız ki onlardan bir grup Rablerine ortak koşup durmaktadırlar.” (Rum: 33)

Müşrikler, Allah katında hiçbir değeri olmayan en kötü ve en pis varlıklardır.

“Allah’a yönelen ve ona ortak koşmayan kimseler (olun). Kim Allah’a ortak koşarsa, sanki o, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgârın uzak bir yere savurduğu bir nesne gibidir.” (Hac: 31)

“Kuşkusuz, kitap ehlinden ve müşriklerden olan kâfirler, içinde sürekli kalmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar yaratıkların en kötüsüdürler.” (Beyyine: 6)

“Kim Allah’a ortak koşarsa artık Allah ona cenneti gerçekten haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.” (Mâide: 72)

“Ey iman edenler! Müşrikler/Allah'a ortak koşanlar ancak bir pislikten ibarettir.” (Tevbe: 28)

Yüce Allah bu nedenle hoşa gitseler bile müşrik erkek ve kadınlarla evlenmeyi haram kılmıştır.

“Zina eden erkek ancak, zina eden veya Allah’a ortak koşan bir kadınla evlenir. Zina eden bir kadınla da ancak zina eden veya Allah’a ortak koşan bir erkek evlenir. Bu mü’minlere haram kılınmıştır.” (Nur: 3)

“Müşrik/Allah’a ortak koşan kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın. İman eden bir cariye, -hoşunuza gitse de- müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik/Allah’a ortak koşan erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın. İman eden bir köle, -hoşunuza gitse de- müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar, ateşe çağırırlar, Allah ise kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler.” (Bakara: 221)

Bize saldırdıkları takdirde müşrik toplumla topyekûn savaşmak emredilmiştir.

“Müşrikler/Allah’a ortak koşanlar sizinle nasıl topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekûn savaşın. Bilin ki Allah, kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.” (Tevbe: 36)

Namaz kılmayan müslümanlar, namazlarını kılmadıklarından dolayı müşriklere benzetilmiştir.

“Namazı kılın ki, müşrikler gibi olmayın.” (Rum: 31)

İslâm’ın dışında Allah katında geçerli bir din olmadığı açıkça vurgulanmıştır.

“Allah katında geçerli tek din kuşkusuz İslâm’dır.” (Âli İmrân: 19)

 Dosdoğru bir yol olan İslâm’ı öğrendikten sonra, İslâm dışı inanç sistemlerine bağlanmanın Allah ve Rasûlüne bir başkaldırı olduğu ve böyle yapanların cehenneme sokulacağı belirtilmiştir.

“Kim kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan sonra, Allah’ın Rasûlüne karşı gelir ve mü’minlerin yolundan başka bir yola yönelip saparsa onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o !” (Nisa: 115)

Şirkin sakınılması en zor olanı, kuşkusuz bilgisizlik nedeniyle oluşan gizli şirktir. Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Şirkten sakınınız! Şirk, karıncanın ayak sesinden daha gizlidir”. [Hâkim]

İşte bu gizli şirkin adı riyâdır. Peygamber Efendimiz (sav) riyâyı küçük şirk saymıştır.

 “Riya küçük şirktir.” [Taberânî]

Riyâ, ikiyüzlülük anlamında bir terimdir ki, ibadetleri halka gösteriş için yapmaktır. Bir kimse riyâdan tövbe etmedikçe asla cennete giremez.

Günahların bağışlanmasında rol oynayan iki etken unsur vardır.

1.    Günah işleyen kimsenin büyük bir pişmanlıkla tövbe edip Allah’tan bağışlanma dilemesi ve pişmanlık duyduğu günaha bir daha dönüş yapmamasıdır.

2.    Kişinin bağışlanmasını sağlayacak bir şefaatçisinin bulunmasıdır.

Eğer bir kimse işlediği günahlardan dolayı Allahtan bağışlanma dilemeden, yani tövbe etmeden ölmüşse, Yüce Allah, çeşitli ayetlerde de belirttiği gibi kulunun bu günahlarını bağışlayabilir. Ancak burada büyük günahların başında sayılan şirki ise kul tövbe edip yeniden iman etmedikçe Allah asla bağışlamaz. Çünkü şirk imanı gideren büyük bir günahtır. Diğer günahlar ise böyle değildir. Yani şirk üzere ölen bir kimse sonsuza kadar cehennemdedir.

İslâm’da Allah’tan başka şefâatçi yoktur” inancıyla Allah’tan başkasının şefâat etmesini inkâr eden ve şirk sayan bazı kimseler vardır.  Bu kimseler işi daha ileri götürerek Allah Rasûlünü, sahabeyi ve Allah erlerini müşriklerin şefâatçi kabul ettikleri putlara benzeterek ve bilincinde olmayarak onları küçük düşürmeye çalışmaktadırlar. Bu zavallılar, İslâm’da sapık fırkalardan sayılan Hariciye, Mutezile ve Vehhâbiye mezheplerinin sapkın görüşlerinin savunuculuğunu yaptıklarının farkında bile değiller. Bir de kendilerine “selefî” yaftası vurarak samimi müslüman görünmektedirler.

Oysa şefâat konusundaki ayet ve hadislere dayanan İslâm bilginleri, şefâatin hak ve gerçek olduğu konusunda görüş birliği içinde olmuşlardır.

Şimdi ehlisünnetin şefâat konusundaki görüşlerine bir göz atalım.
ŞEFÂAT

Şefâat sözlükte; birinden, başkası adına bir istekte bulunma veya kusurlarının bağışlanmasını dilemek demektir. Başka bir deyişle şefâat, bir kimsenin, bir suçlu veya ihtiyaç sahibinin af ve iyiliğe kavuşması için aracılık etmesi ve yardım istemesi anlamlarına gelmektedir.

İslâm terminolojisinde şefâat, şefâat etme yetkisine sahip olan bir kimsenin, Allah Teâlâ’dan, günahkâr bir mü’minin affını ve bağışlanmasını istemesi demektir.

Ehl-i Sünnet inancına göre, şefâat gerçektir. Kıyâmet günü Peygamber (sav) Efendimiz başta olmak üzere diğer peygamberlere, sâlihlere ve derecelerine göre mü’minlere büyük günah sahipleri hakkında şefâatte bulunma hak ve yetkileri verilecektir. İlk ve en kapsamlı şefâat etme hak ve yetkisi yalnızca Rasûlullah (sav) Efendimize verileceği için Peygamber (sav) Efendimizin şefâatine “EŞ-ŞEFÂATÜ’L UZMÂ-BÜYÜK ŞEFÂAT” denilmiştir. Bu konuda yeteri kadar âyet ve hadis bulunmaktadır.

Konunun delillerine geçmeden önce Mutezilî ve Haricî zihniyetli bazı kimselerin şirk sayma gibi bir yanlışa düştükleri vesîle ve tevessül konusuna da bir göz atalım.

VESÎLE VE TEVESSÜL

Vesîle, sözlükte kendisiyle başkasına yaklaşılan yol, araç, sebep, bahane, fırsat veya istediğine yakın olmak ve ona arzuyla varmak gibi anlamlara gelmektedir. Diğer bir anlamıyla vesîle sultanın katındaki makam ve yakınlık derecesidir. Tevessül de vesîle mastarından türetilmiş aracı kılmak anlamında bir sözcüktür.

Allah’a yakınlaşmanın nedenleri arasında sayılan vesîle daha çok dünyadaki durumlar için geçerli gibi gözükmektedir. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

"Ey iman edenler, Allah'tan korkun, O'na yakınlaşmak için vesîle arayın!" (Mâide 5/35)

Cennette bir yerin adının da VESÎLE olduğunu Rasûlullah (sav) Efendimizin şu önerisinden anlıyoruz.

Benim için Allah’tan VESÎLE’yi isteyin. Çünkü o, cennette bir yerdir.” (Müslim, Kitâbü’s Salât)

Biz müslümanlar, ezanı her işittiğimizde onu dinler ve arkasından: “Ey bu tam çağrının ve sürekli kılınan namazın Rabbi! Muhammed’e VESÎLE’yi ver ....” Duasını okuyarak Peygamberimizin bu önerisini yerine getiririz.

Peygamberimizin kendisi de bir vesîledir. Çünkü bir sahabeye, kendisini vesîle kılarak dua etmeyi emrettiğini gösteren bir rivayet var elimizde.

Gözleri kör olan bir adam Peygamberimize gelerek: "Ya Rasûlallah gözlerim kapandı. Benim için dua buyur da gözlerim açılsın." dedi. Peygamberimiz ona şu karşılığı verdi:

"Abdest al, iki rek'at namaz kıl ve sonra da şöyle de:

“Allah'ım peygamberin Muhammed ile sana tevessül ediyorum. Ey Muhammed, gözümün açılması için senin şefâatçi olmanı istiyorum. Allah'ım onun hakkımdaki şefâatini kabul buyur."

Ardından Hz. Peygamber şöyle ilave etti: "Herhangi bir ihtiyacın olduğu zaman bunun aynısını yap!" Bu olaydan sonra adamın gözleri açıldı. ( Tirmizî, Deavât, 49; İbni Mâce, İkame. 5; İbni Hanbel, IV, 138)

Şefâat dilemek veya şefâat etmek daha çok kıyâmet gününde günahkâr müslümanların durumları ile ilgili bir konudur. Kâfirler, müşrikler ve münâfıklar için kesinlikle şefâat yoktur.

 "...Onlar Allah’ın rızâsına ulaşmış olanlardan başkasına şefâat etmezler..." (Enbiyâ 21/28)

Allah’ın rızâsına/hoşnutluğuna ulaşmış olanlar da yalnızca mü’minlerdir.
Şefâat etmek, bir anlamda temiz kimselerin, günah işleyerek nefislerine haksızlık yapanlar hakkında Allah’tan bağışlanma dileğinde bulunmaları, yani dua etmeleridir. Kuşkusuz peygamberler ümmetleri hakkında, şeyhler müritleri hakkında, sâlihler ve melekler de günah ehli hakkında dua ederler. Bu dualar nedeniyle Yüce Allah pek çok kulunu dünya ve âhirette maddî ve manevî nice sıkıntılardan kurtarır.
“O gün, Rahman olan Allah’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığı kimseden başkası şefâat edemez.” (Tâhâ: 109)

“Rahman olan Allah’ın katında söz ve izin alanlardan başkası şefâat edemez.” (Meryem 87)

       “Allah’ı bırakıp da, taptığı putlar şefâat edemez. Ancak hak dine inanıp ona şahitlik eden kimseler şefaat eder.”
(Zührûf: 86)  

 “O gün zalimler için, müşfik bir dost, sözü dinlenecek bir şefâatçi de yoktur.” (Mü’min: 18)

        “Yalnızca Allah’ın dilediği ve hoşnut olduğu kimselere şefâat etmesi için izin verilen, göklerde nice melekler vardır.”
(Necm: 26)

 “Arş'ı yüklenmekte olanlar ve çevresinde bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih etmekte, O'na iman etmekte ve iman edenlere mağfiret dilemektedirler: "Rabbimiz, rahmet ve ilim bakımından her şeyi kuşatıp-sardın, tövbe edenleri ve senin yoluna uyanları mağfiret et ve onları cehennem azabından koru." (Mü’min: 7)

"Rabbimiz, onları Adn cennetlerine koy ki onlara (bunu) va'dettin. Babalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanları da. Gerçekten sen, üstün ve güçlü olansın, hüküm ve hikmet sahibisin." (Mü’min: 8)

"Ve onları kötülüklerden koru. O gün Sen, kimi kötülüklerden korumuşsan, gerçekten ona rahmet etmişsindir. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Mü’min: 9)

Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor. Rasûlullah (sav) buyurdular ki:

"Her peygamberin Allah'ın kabul edeceği bir duası vardır. Tüm peygamberler o duayı yapmada acele ettiler. Ben ise bu duamı kıyamet gününde, ümmetime şefâat olarak kullanmak üzere sakladım. Ona, inşallah, ümmetimden şirk koşmadan ölenler ulaşacaktır." Buhârî, Deavât 1, Tevhid 31; Müslim, İman 334, (198); Muvatta’, Kur'an 26, (1, 212); Tirmizi, Deavât 141, (3597).

Câbir (ra) anlatıyor. Rasûlullah (sav)  buyurdular ki: "Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir." Tirmizî, Kıyâmet 12, (2437); Ebû Dâvûd, Sünnet 23, (4739); İbni Mâce, zühd 37, (4310).

Tirmizî’nin rivayetinde şu fazlalık vardır. Câbir (ra) dedi ki: "Kebâir (büyük günah) ehli olmayanın şefâate ne ihtiyacı var!"

Enes (ra) anlatıyor. Rasûlullah (sav) buyurdular ki: "Kıyâmet gününde, insanlar birbirlerine girecekler. Âdem (as)'a gelip:

 "Evlatlarına şefâat et!" diye istekte bulunacaklar. O ise:

"Benim şefâat yetkim yok. Siz İbrahim (as)'a gidin! Çünkü o Halîlullah'tır" diyecek. İnsanlar İbrahim (as)'a gidecekler. Ancak o da:

"Ben yetkili değilim! Ancak Hz. İsa'ya gidin. Çünkü o Ruhullah'tır ve O'nun kelimesidir!" diyecek. Bunun üzerine O'na gidecekler. O da:

"Ben buna yetkili değilim. Lâkin Muhammed (sav)'e gidin!" diyecek. Böylece bana gelecekler. Ben onlara:

"Ben şefaate yetkiliyim!" diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için izin isteyeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup, Allah'ın ilham edeceği ve şu anda söylemeye güç yetiremeyeceğim övgülerle Allah'a övgüde bulunacağım, sonra da Rabbime secdeye kapanacağım. Yüce Rabbim:

"Ey Muhammed! Başını kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan iste, isteğin yerine getirilecektir! Şefâatte bulun, şefâatin kabul edilecektir!" Buyuracak. Ben de:

"Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum!" diyeceğim. Yüce Rabbim:

"Çabuk onların yanına git! Kimlerin kalbinde buğday veya arpa danesi kadar iman varsa onları ateşten çıkar!" diyecek. Ben de gidip bunu yapacağım! Sonra Rabbime dönüp, önceki övgülerle yine övgülerde bulunacağım ve secdeye kapanacağım. Bana, öncekinin aynısı söylenecek. Ben de:

"Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana yine:

"Var! Kimlerin kalbinde hardal danesi kadar iman varsa onları da ateşten çıkar!" denilecek. Ben derhal gidip bunu da yapacak ve Rabbimin yanına döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım. Bana, önceki gibi:

"Başını kaldır!" denilecek. Ben de kaldırıp:

"Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!" diyeceğim. Bana yine:

"Var, kalbinde hardal tanesinden daha az imanı olanları da ateşten çıkar!" denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra dördüncü sefer Rabbime dönecek, önceki övgülerle yine övgülerde bulunacağım ve sonra secdeye kapanacağım. Bana:

"Ey Muhammed! Başını kaldır ve (dilediğini) söyle, sana kulak verilecektir! Dile, istediğin verilecektir! Şefâat et, şefâatin kabul edilecektir!" denilecek. Ben de:

"Ey Rabbim! Bana “La ilâhe illallah” diyenlere şefâat etmem için izin ver!" diyeceğim. Yüce Rab:

"Bu hususta yetkin yok! —veya: "Bu hususta sana izin yok!- Ancak izzetim, celâlim, kibriyâm ve azametim hakkı için “la ilâhe illallah” diyenleri de ateşten çıkaracağım!" buyuracak." Buhârî, Tevhid 36, 19, 37, Tefsir, Bakara 1, Rikak 51; Müslim, İman 322, (193).

 Yine Buhârî, Müslim ve Tirmizi'nin Ebû Hüreyre'den rivayet ederek kaydettikleri bir hadiste o şöyle demiştir:

Biz bir davette Rasûlullah (sav) ile beraberdik. Ona sofrada hayvanın ön budu(n dan bir parça) ikram edildi. But hoşuna giderdi. Ondan bir parça ısırdı ve:

"Ben Kıyâmet günü âdemoğullarının efendisiyim! Acaba bunun neden olduğunu biliyor musunuz? (Çünkü) Allah o gün, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükte toplar. Bakan onlara bakar, çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların güç yetiremeyecekleri ve dayanamayacakları bir dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar:

"İçinde bulunduğumuz şu durumu görmüyor musunuz, sizlere şefâat edecek birini görmüyor musunuz?" demeye başlarlar. Birbirlerine:

"Babanız Âdem var!" derler ve ona gelerek:

 "Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. (Bütün isimleri sana öğretti). Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. (Allah katında itibarın, makamın var.) Rabbin nezdinde bizim için şefâatte bulunmaz mısın? Bizim şu durumumuzu, başımıza şu geleni görmüyor musun?" derler. Âdem (as) da:

"Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen şefâate benim yüzüm yok. Çünkü cennette iken, Allah) beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa uymadım. (Ben cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bu bana yeter). Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. Nûh’a gidin!" diyecek. İnsanlar Nûh (as)'a gelecekler:

"Ey Nuh! Sen yeryüzü ahalisine gönderilen rasullerin ilkisin. Allah seni çok şükreden bir kul (abden şekûrâ) diye isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu durumu görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbin huzurunda bizim için şefaatte bulunmaz mısın?" diyecekler. Nuh (as) da şöyle diyecek:

"Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kadar öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek! Benim bir dua hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine (beddua olarak) yaptım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim’e gidin!" diyecek. İnsanlar İbrahim (as)'a gelecekler:

"Ey İbrahim! Sen Allah’ın peygamberi ve yeryüzü ahalisi içinde Onun halili/dostusun. Bize Rabbin huzurunda şefâat et! İçinde bulunduğumuz şu durumu görmüyor musun?" diyecekler. İbrahim (as) onlara:

"Rabbim bugün çok öfkelidir. Bundan önce bu kadar öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar öfkelenmeyecek. (Şefaat etmeye kendimde yüz de bulamıyorum. Çünkü ben) üç kere yalan söyledim!" deyip, bu yalanlarını birer birer sayacak. Sonra sözlerine şöyle devam edecek: "Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Musa’ya gidin!" İnsanlar, Hz. Musa (as)'a gelecekler ve:

"Ey Musa! Sen Allah'ın peygamberisin. Allah seni peygamberliği ve özel kelamıyla insanlardan üstün kıldı. Bize Allah katında şefâatte bulun! İçinde bulunduğumuz durumu görmüyor musun?" diyecekler. Musa (as) da:

"Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce böylesine öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen Rabbim katında şefâate yüzüm de yok. Çünkü) ben, öldürülmesi ile emrolunmadığım bir cana kıydım. (...Bugün ben mağfirete mazhar olursam bu bana yeterlidir.) Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! İsa’ya gidin!" diyecek. İnsanlar İsa (as)'a gelecekler ve:

"Ey İsa, sen Allah'ın Peygamberisin ve Meryem'e attığı bir kelâmısın ve kendinden bir ruhsun. Üstelik sen beşikte iken insanlara konuşmuştun. Rabbin huzurunda bize şefâat et! İçinde bulunduğumuz şu durumu görmüyor musun?" diyecekler!” İsa (as) da:

"Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce bu kadar öfkelenmedi, bundan böyle de hiç bu kadar öfkelenmeyecek!" diyecek. —İsa (as) kendisiyle ilgili bir günah anmaksızın- (bir başka rivayette) "Beni, Allah'tan ayrı bir ilah edindiler. Bugün bana mağfiret edilirse bu bana yeter!" Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Muhammed (sav)’e gidin!" diyecek. İnsanlar Muhammed (sav)’e gelecekler, -bir diğer rivayette: "Bana gelirler!" denmiştir- ve:

"Ey Muhammed! Sen Allah'ın peygamberisin, bütün peygamberlerin sonuncususun. Allah seni geçmiş-gelecek bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin katında şefâatte bulun. Şu içinde bulunduğumuz durumu görmüyor musun?" diyecekler. Bunun üzerine ben Arş'ın altına gideceğim. Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken Allah, benden önce hiç kimseye açmadığı övgülerini benim için açacak (Ben onlarla Rabbime övgülerde bulunacağım). Sonra:

"Ey Muhammed! Başını kaldır ve iste! (İstediğin) sana verilecek! Şefâat dile! Şefâatin yerine getirilecek!" denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve: "Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim!" diyeceğim. Bunun üzerine:

"Ey Muhammed! Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!" denilecek.

Rasûlullah sonra şöyle buyurdular:

"Nefsim kudret elinde olan Celâl sahibi Allah’a yemin olsun ki, Cennet kapısının kanatlarından iki kanadının arasındaki uzaklık Mekke ile Hecer arasındaki veya Mekke ile Busra arasındaki uzaklık kadardır." Buhârî, Enbiyâ 3, 8, Tefsir, Benû İsrâil 5; Müslim, İman 327, (194); Tirmizî, Kıyâmet 11, (2436).

Enes (ra) anlatıyor: "Rasûlullah (sav) buyurdular ki:

Kıyâmet günü, cehennemliklerin, dünyada en zengin olanı getirilerek bir kez ateşe sokulup çıkarılacak ve sonra:

"Ey âdemoğlu! Denilecek. (Cehennemde) hiç nimet gördün mü? Sana hiç hayır uğradı mı?"

"Hayır! Ey Rabbim, vallahi hayır!" diyecek. Sonra cennetliklerin dünyada en fakir olanı getirilecek. O da cennete bir kez sokulup çıkarılacak ve kendisine:

"Ey âdemoğlu, (cennette) hiç fakirlik gördün mü, hiç sıkıntı çektin mi?" denilecek. O da:

"Hayır! Vallahi ya Rabbi! Başımdan hiç fakirlik geçmedi, hiçbir sıkıntı çekmedim" diyecek." Müslim, Münafıkûn 55, (2807)

Yine Enes (ra) anlatıyor: "Rasûlullah (sav) buyurdular ki:

"Allah Teâlâ Hazretleri azabı en hafif olan cehennemliğe:

"Eğer dünya her şeyiyle senin olsaydı, şu azaptan kurtulmaya karşılık, fidye olarak verir miydin?" diye soracak. Adam: "Evet!" diyecek. Bunun üzerine Yüce Allah:

"Sen daha Hz. Âdem'in sulbünde iken ben senden bundan daha hafifini istemiş: "Bana hiçbir şeyi ortak kılma ki seni ateşe sokmayayım, cennete koyayım" demiştim. Sen buna yanaşmadın, şirke girdin" buyuracak. Buhârî, Rikak 51, 49, Enbiyâ 1; Müslim, Münâfikûn 51, (2805)

İbni Ömer (ra) anlatıyor: "Rasûlullah (sav) buyurdular ki:

"Cennetlikler cennette, cehennemlikler de cehennemde oldukları zaman ölüm getirilir. Cennetle cehennemin arasına konup orada kesilir. Sonra bir seslenici şöyle seslenir:

"Ey cennet ehli! Artık sonsuzluk var, ölüm yok! Ey ateş ehli! Artık sonsuzluk var, ölüm yok! Bunun üzerine Cennetliklerin sevinçleri arttığı gibi Cehennemliklerin de acıları artar." Buhârî, Rikak 50, 51; Müslim, Cennet 43, (2850)

 Ebû Musa el-Eş'ârî (ra) anlatıyor. "Rasûlullah (sav) şöyle buyurdular:

"Ben, ümmetimin yarısının cennete girmesi ile şefâat (sahibi olmam) arasında serbest bırakıldım. Ben şefâati seçtim. Çünkü şefâat, daha kapsamlı ve ümmetimin (toptan kurtuluşuna) daha yeterlidir. Şefâati siz muttakilere özgü mü biliyorsunuz? Hayır! O muttakiler için değil, günahkârlar, hatalılar ve pis işlere karışan (müslüman)lar içindir."

BAŞKA ŞEFÂATÇİLER DE VARDIR

Yüce Allah’ın rahmeti sonsuzdur. Bu nedenle peygamberler, bilginler, veliler ve şehitlerle birlikte bazı müslümanların da şefâat edeceklerine ilişkin pek çok hadis vardır. Bunlardan bir kaçını aşağıda sıralayalım.

"Şehit, aile ve akrabasından 70 kişiye şefâat eder ve şefâati kabul edilir." (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihad, 25; İbni Mâce, Cihad, Ebû Dâvûd, Sünen, Cihad, 21.)
“Kıyamet günü, üç gurup insan şefâat edecektir. Bunlar da peygamberler, bilginler ve şehitlerdir.”  (Tâc, İbni Mâce, Zühd, 37)

     “Kıyâmet günü nebiler ve sıddîklar şefâat ettikten sonra şehitler çağırılır, onlar da diledikleri kadar şefâat ederler! ” (Müsned, I, 5)

 Bir kimse, ameline göre birkaç kişiye şefâat eder.(Tirmizî)

 Bir cehennemlik, bir cennetliğe "Dünyada sana su vermiştim. Şimdi sen de bana şefâat et." der. O da Allah'ın izni ile şefâat edip onu Cehennemden kurtarır.” (Deylemî)

Küçük çocuk ana ve babasına şefâat eder, onları Cennete çeker.” (İbni Mâce)

Bir kişinin şefâati ile Temim oğullarından daha çok kimse Cennete girecektir. (İbni Mâce)

 Bir kimse, bir mü'mine bir iyilik yapınca, Allahü Teâlâ bu iyilikten bir melek yaratır. Bu melek, hep ibâdet eder. İbâdetlerinin sevâbları buna verilir. Bu kimse ölünce, bu melek, nurlu ve sevimli olarak bunun kabrine gelir. O kimse meleği görünce neşelenir. "Sen kimsin?" diye sorar ona. Melek de o kimseye: "Ben, falancaya yaptığın iyilik ve onun kalbine koyduğun neşeyim. Allahü Teâlâ beni, bugün seni sevindirmek ve sana şefâat etmek ve Cennetteki yerini sana göstermek için gönderdi, der.” (Terğîb)

“Ümmetimden bazıları var; büyük bir topluluğa şefâat eder, bazıları var bir kabileye şefâat eder; bazıları var bir bölüğe şefâat eder; bazıları da tek bir ferde şefâat eder ve cennete girmelerini sağlar." (Tirmizi, Sünen, Kıyamet 11, 2442)

Görülüyor ki şefâat etme ve bekleme konusu bazılarının yanılarak ileri sürdüğü gibi kesinlikle şirk değildir ve İslâm İnanç esaslarına ters düşen bir durum da yoktur ortada. Rabbimiz bizleri doğru yoldan ayırmasın ve sevdikleri hatırına bağışlasın. Bizleri ümitsizliğe düşürmesin. Âmîn.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder