12 Mayıs 2012 Cumartesi

ŞÜKREDEN SÜHEYB SABREDEN HİFÂ


Hz. Peygamber (sav) Efendimiz zamanında Medine'nin kadınları hem güleryüzlü, hem de çekici bir güzelliğe sahiptiler. Ancak onlar arasında Hifa Hatun bir başka güzelliğe sahipti ve bambaşka bir gülümseyişi vardı. Öylesine sıcakkanlı ve öylesine samimi idi ki kadınlar onu canları gibi severlerdi. Oğlu, abisi ve erkek kardeşi olanlar onunla akraba olmaya can atarlardı. Hatta bazı kadınlar onu, üstlerine kuma getirmeyi bile göze alarak beylerine eş olarak istiyorlardı. Bu konuda onu gerçekten sıkıştıran, araya hatırı sayılır kimseleri koyup evlilik teklif edenler de bir hayli çoktu.

Hifa Hatun'un güzelliğinin övgüsü hızla yayıldı ve çok uzak diyarlara kadar uzandı. Bırakın hekim ve tüccarları, vezirler ve sultanlar bile onunla evlenebilmek için her şeylerini ortaya koymuşlardı. Ancak o Necaşi gibi bir İmparatoru bile reddetti. Çünkü onun gönlünde Allah’ın Rasûlü ile evlenmek ve onun saadet halkasına katılmak gibi üstün bir arzu vardı. O, bu arzusuyla yalnızca Allah'ın rızasına kavuşmayı diliyordu. Gönlünün bu isteğini bir türlü açamadı ve içine gömdü.

 Fakat onu isteyenlerin ardı arkası kesilmedi. Kimi ayaklarına halılar serdi... Kimi cevâhirler döktü... Yüz kızıl tüylü deveyi getirip kapısına bağlayanları mı ararsınız, yoksa saray anahtarlarını önüne atanları mı?

Hifa Hatun bütün bunlara dönüp bakmadı bile, Efendimizin huzuruna çıkıp:

-     Ey Allah'ın Resûlü! Dedi. Bana, beni cennete götürecek bir şeyler öğretir misiniz?

Doğrusu o, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in 'gündüzleri oruç tut' ya da 'geceleri kalk namaz kıl' gibi bir tavsiyede bulunacağını sanıyordu ama Varlık Âleminin Efendisi:

-     Önce evlenmen gerekir, çünkü bununla dininin yarısını emniyete almış olursun, buyurdular.

Hifa, büyük bir teslimiyetle boynunu büktü ve

-     Siz kimi uygun görürseniz, ben ona razıyım", dedi.

Evet, o sıradan bir hanım değildi ve onu nikâhına alacak erkeğin de "özel" olması gerekiyordu. Lâkin Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz, ne kimseye ümit verdi, ne de kimsenin ümidini kıracak bir söz ve davranışta bulundu. Her zamanki gibi basit ve pratik bir çare bularak:

-     Yarın sabah mescide ilk gelenle evlen, buyurdular. Bu teklif herkesin hoşuna gitti ve Medine’de hızla yayıldı. Hifa Hatunla evlenmeyi isteyenler, erken kalkmak için çareler düşünmeye ve kendilerince hazırlık yapmaya başladılar.

Bu haberi Hazreti Suheyb de duymuştu, ama dikkate almadı. Çünkü o fakir ve kimsesiz bir gençti. İçinde oturup eğleşeceği bir evi olmadığı gibi karnını doyuracak bir malı da yoktu. Karnını zor doyuruyor, bazen ağaç altlarında bazen de Peygamber Mescidinin gölgesinde kıvrılıp yatıyordu. Genç ve uzun boylu idi ama bir o kadar da zayıftı.  Rüzgâr biraz sert esecek olsa ayaklarını yerden kaldırabilirdi.

Allah’ın şu hikmetli işine bakın ki, Hifa Hatun ile evlenmek isteyen bütün sahabeler derin bir uykuya dalarak sabah namazına erken
kalkamadılar. Resulullah (sav) Efendimiz her zamanki gibi imsak vakti mescide geldi ve büyük bir merakla talihli sahabeyi beklemeye başladı.

Az bir zaman sonra Hz. Süheyb bir gölge gibi uzanarak mescidin eşiğinden içeri girdi. Resulullah (sav) Efendimiz namazdan sonra Hifa Hatunu çağırtarak neticeyi ona bildirdi. Hazreti Hifa, büyük bir teslimiyetle Hz. Süheyb’i kabul etti. Efendimiz güzel bir hutbe okuyarak nikâhlarını kıydı. Sonra şanslı sahabeye dönerek:

-     Ey Süheyb! Dediler. Şimdi hanımına bir hediye al ve elinden tutarak evine götür.

Suheyb Radıyallahu anh ellerini çaresizlikle iki yana açarak:

-     İyi ama Yâ Rasûlallah! Benim ne bir dirhem gümüşüm, ne de sığınacak bir evim var, dedi.

Bunun üzerine kocasının çaresizliğini gören Hifa Hatun, oradan ayrıldı ve evine geldi. Ona içinde on bin dirhem gümüş olan süslü bir heybe gönderdi ve:

-     Filanca yerdeki köşkümü de sana hediye ettim", dedi. Âlemlerin Efendisi bu durumdan çok duygulandılar ve onlara hayır dualarda bulundular.

Süheyb, o gün Medine sokaklarında dolandı durdu. Akşama doğru utana sıkıla kendisine hediye edilen konağına geldi. Kendisi için hazırlanan muhteşem sofradan ya bir veya iki hurma aldı ve:

-     Ya Hifa! Dedi. Biliyorum sen benim için bulunmaz bir nimetsin, ben ise senin için sadece mihnetim. Ben şükretsem gerek, sen
sabretsen gerek. İster misin şu geceyi taat ve ibadetle geçirelim? Çünkü (Sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz "Cennette yüksek bir çardak vardır. Orada yalnız şükredenlerle sabredenler otururlar."
buyurdular.

Ve öyle de yaptılar. Seccâdelerini gözyaşları ile ıslattılar, kalplerini zikr ile aydınlattılar. Cebrâil Aleyhisselâm olup biteni Resulullah (sav) Efendimize anlattı ve onları Allahü teâlânın cenneti ve cemâliyle müjdeledi.

Ertesi sabah, namazdan sonra Efendimiz Suheyb'i yanlarına oturttu:

-     Ey Süheyb! Buyurdular. Geceki halini sen mi anlatırsın, ben mi anlatayım?

Süheyb gözlerini kucağına indirdi, zor duyulan bir sesle:

-     Allahın Resulü en iyisini bilir, cevabını verdi. Efendimiz onlara: “ne mutlu size”, gibilerinden bakarak:

-      İkiniz de cennetliksiniz, buyurdular ve:

-      Allahü teâlâyı göreceksiniz. Müjdesini verdiler. Süheyb derhal secdeye kapandı ve:

-      Yâ Rabbi! Diye yalvardı. O ki beni mağfiret ettin, günahlara bulaşmadan canımı al!

-     Allahü teâlâ bu yanık duayı kabul etti ve Suheyb, secdede kalakaldı. Mescidde bulunanlar ağlamaklı oldular. Resulullah (sav)  Efendimiz:

-     Size daha şaşılacak bir şey söyliyeyim mi? Şu anda Hifa Hatun da ruhunu Hakka teslim etti, buyurdular.

Namazlarını, yüzü suyu hürmetine yaratıldığımız o yüce Server kıldırdılar. İkisini yanyana toprağa bıraktılar. Başuçlarına küçük birer tahta çakarak birine:


 "ŞÜKREDENLERDEN SUHEYB" yazdılar. Öbürüne de:

 "SABREDENLERDEN HİFA" . (alıntı)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder