12 Mayıs 2012 Cumartesi

HAZRETİ HIDIR/HIZIR ALEYHİSSELÂM


Ne zaman ve nerede doğduğu, nasıl yaşadığı kaynaklarda belirsiz olan, öyleki yaşayıp yaşamadığı konusunda bile kuşkular bulunan Hz. Hıdır (as), Divan Ehline göre “vardır, şu an yaşamaktadır ve kıyâmet kopmasına az bir zaman kalana kadar yaşayacaktır.” Yüce Allah, Hz. Hıdır (as)’a üstün bir tasarruf gücü vermiştir. Ona verdiği tasarruf gücünü bu ümmetin en büyük velisi olan gavsa bile vermemiştir. Gavs ve Divan Ehli veliler Hz. Hıdır (as)’dan yardım alırlar.
Kehf Sûresinin 65, 66 ve 67. âyetlerinde şöyle buyrulmaktadır:
65- “Derken katımızdan bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular.”
66- “Hz. Musa (as) ona dedi ki: - Doğruya iletici olarak sana öğretilenlerden bana öğretmen için sana uyabilir miyim?”
67- “O da dedi ki: - Doğrusu sen benimle sabretmeye güç yetiremezsin.”
Bu âyetlerde, Hz. Musa (as) ile sohbet eden ve onunla hikmet yüklü bir yolculuğa çıkan kimse, “katımızdan bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul” olarak anılmış fakat bu kimsenin Hz. Hıdır olduğu açıkça belirtilmemiştir.
Kur’ân müfessirleri/yorumcularının büyük çoğunluğu, Kehf Sûresinin 65-82 âyetlerini yorumlarken, kendisine “Ledün İlmi” verilen bu kimsenin Hz. Hıdır (as) olduğunda görüş birliğine varmışlardır. Onları böyle bir görüşte birleştiren Rasûlullah (sav) Efendimizden rivâyet edilen şu uzunca bir hadistir.
Said İbni Cübeyr şöyle anlatıyor. Bir gün İbni Abbas (ra)'a:
-       Nevfel Bekkali, İsrailoğullarının peygamberi olan Hz. Musa (a.s.), Hızır'ın arkadaşı olan Musa olmadığını zannediyor, dedim. Bana şu cevabı verdi:

-       Allah'ın düşmanı yalan söylüyor. Ben Übeyy İbnu Ka'b (ra)'ı dinledim. Demişti ki:

-       Ben Resulullah (sav)'den işittim, O şöyle anlattı:

Musa (as) İsrail oğullarına hutbe okumak üzere ayağa kalktı. Kendisine:

-       İnsanların en bilgini kimdir?" diye soruldu. O da:

-       Benim, diye cevap verdi. Cenab-ı Hak, "Allahu a'lem (yani en iyi bilen Allah'tır)" demediği için Musa'yı azarladı ve:

-       İki denizin birleştiği yerde bulunan bir kulum senden daha bilgindir, diye ona vahyetti. Hz. Musa (a.s.):

-       Ey Rabbim ben onu nasıl bulabilirim? Diye sordu. Kendisine:

-       Bir zenbile bir balık koy, onu sırtına al. Balığı nerede yitirirsen o zat oradadır, dendi.

Musâ (as) kendisine dendiği gibi yaparak yola çıktı. Beraberinde hizmetçisi olan Yuşa İbni Nûn da vardı. Birlikte bir hayli yol yürüyerek deniz kenarında bir kayanın yanına geldiler. Hz. Musa ve hizmetçisi dinlenmek üzere orada yattılar. Balık kımıldayarak zenbilden çıkıp denize kaydı. Allah ondan suyun akıntısını tuttu. Öyle ki su kemer gibi oldu. Balık için bir kanal meydana gelmişti. Hz. Musa (a.s.) ve hizmetçisi (balık için olduğunu bilmeksizin) bu manzaraya şaşırdılar. Günlerinin geri kalan kısmı ile gece boyunca yürüdüler. Musa'nın hizmetçisi ona, balığın kayarak denize gittiğini haber vermeyi unutmuştu. Sabah olunca Hz. Musa (a.s.) hizmetçisine:

-       Hele sabah kahvaltımızı getir. Biz bu yolculukta yorulduk, dedi. Ama emrolunduğu yere gelinceye kadar yorulmamıştı. Hizmetçi:

-       Hani bir kayanın yanına gelip yatmıştık ya! Ben balığı orada unuttum. Onu hatırlatmayı, bana mutlaka şeytan unutturdu. Balık denize şaşılacak şekilde sıvışıp gitmişti, dedi. Musa (a.s.):

-       Bizim aradığımız orasıydı, dedi ve hemen izlerinin üzerine geri döndüler.

 İzlerini takiben yürüyerek kayaya kadar geldiler. Musa (a.s.) orada örtüsüne bürünmüş bir adam gördü ve ona selâm verdi. Hızır aleyhisselam ona:

-       Senin bu yerinde selam ne gezer!

-       Ben Musa'yım.

-       Beni İsrail'in Musa'sı mı?

-       Evet.

-       Sen, Allah'ın sana öğrettiği bir ilmi bilmektesin ki ben onu bilmem. Ben de Allah'ın bana öğrettiği bir ilmi bilmekteyim ki, onu da sen bilemezsin.

-       Allah'ın sana öğrettiği hakkı bana öğretmen şartıyla sana uymamı kabul eder misin?

-       Sen benimle beraber olma sabrını gösteremezsin. İçyüzü ve hikmetini bilmediğin şeye nasıl sabredeceksin ki?

-       İnşaallah sen beni çok sabırlı bulacaksın. Hem ben senin hiç bir emrine karşı gelmeyeceğim.

-       Öyleyse gel. Ancak, madem bana tabi olacaksın, ben sana haber vermedikçe bana hiç bir şey sormayacaksın, dedi. Hz. Musa (a.s.):

-       Tamam, dedi.

Hz. Musa ve Hz. Hızır (a.s.) beraberce gittiler. Deniz kıyısında yürüyorlardı. Bir gemiye rastladılar. Kendilerini gemiye almalarını söylediler. Gemi sahipleri Hızır (a.s.)'ı tanıdılar. Ücret istemeksizin onları gemiye aldılar. Hızır (a.s.), gidip, geminin tahtalarından birini deldi. Hz. Musa (a.s.) ona:

-       Bak, bunlar bizi ücretsiz gemilerine aldılar, sen gidip gemilerini deldin, adamları boğacakın. Hiç de yakışık olmayan bir iş yaptın, dedi. Hızır:

-       Ben sana, "benimle bulunmaya sabredemezsin" demedim mi? dedi. Hz. Musa:

-       Unuttuğum şey nedeniyle beni sorguya çekme. Bu iş sebebiyle bana zorluk çıkarma, ricasında bulundu. Sonra bunlar gemiden indiler. Sahil boyu yürürken, çocuklarla oynayan bir yavrucak gördüler. Hızır (a.s.) yavrucağı yakaladı ve eliyle çocuğun başını kopararak onu öldürdü. Musa (a.s.):

-       Masum bir çocuğu kısas hakkın olmaksızın niye öldürdün. Bu çok yadırganacak bir iş, dedi. Bunun üzerine Hızır (a.s.):

-       Ben sana demedim mi, “sen benim beraberliğime sabredemezsin”, diye Musa'ya çıkıştı. Hz. Musa:

-       Ama bu birinciden de şiddetli idi, dedi ve ekledi:

-       Bundan sonra sana bir şey sorarsam, beni arkadaş etme, nazarımda bu hususta haklı sayılacaksın, dedi.
Yola devam ettiler. Bir köye geldiler. Halktan yiyecek birşeyler istediler. Ama kimse onları ağırlamadı. Köyde yıkılmak üzere olan bir duvara rastladılar. Hızır (a.s.) eliyle işaret ederek: "Eğilmiş" dedi ve onu doğrulttu. Hz. Musa (a.s.) ona:
-       Bir topluluk olarak kendilerine geliyoruz, bize ilgi gösterip, ağırlamıyorlar, yiyecek vermiyorlar. Sen onlara ücretsiz iş yapıyorsun, dilersen ücret alabilirdin, dedi. Hızır (a.s.), Hz. Musa'ya:

-       Artık birbirimizden ayrılma zamanı geldi. Şimdi sana sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim" dedi.

 1. Gemi, denizde çalışan yoksullarındı, onu kusurlu yapmak istedim, (çünkü) önlerinde, her gemiyi zorbalıkla ele geçiren bir kral vardı
2. Çocuğa gelince, onun anne ve babası mü’min kimselerdi Bundan dolayı, onun kendilerine azgınlık ve küfür zorunu kullanmasından endişe edip-korktum. Böylece onlara Rablerinin ondan temiz olmak bakımından daha hayırlısı, merhamet bakımından da daha yakın olanını vermesini diledim.

3. Duvar ise, şehirde iki öksüz çocuğundu, altında onlara ait bir define vardı; babaları salih biriydi Rabbin diledi ki, onlar ergenlik çağına erişsinler ve kendi definelerini çıkarsınlar. (Bu,) Rabbinden bir rahmettir
Bunları ben, kendi işim (özel görüşüm) olarak yapmadım İşte, senin sabır göstermeye güç yetiremediğin şeylerin yorumu
Resulullah (sav) bu ara ilave etti:
-       Allah Musa'ya rahmet buyursun. Keşke, Hz. Hızır'la beraberliğe sabretseydi de maceralarını bize nakletseydi, bunu ne kadar isterdim.
Ravi devam ediyor: Resulullah (sav) buyurdular ki:
-       Birinci (soru)su Musa'nın bir unutması idi.
Bir serçe gelerek geminin kenarına kondu. Sonra denizden gagasıyla su aldı. Hz. Hızır bunu göstererek Hz. Musa'ya, "Bak", dedi:

-       Benimle senin ilmin ve diğer varlıkların ilmi, Allah'ın ilminden, şu kuşun denizden eksilttiği kadar eksiltir."  (Buhari, Tefsir, Kehf 2, 3, 4, İlm 16, 19, 44, İcare 7, Şurut 12, Bed'u'l-Halk 11, Enbiya 27, Tevhid 31; Müslim, Fedail 170, (2380); Tirmizi, Tefsir, Kehf, (3148); Ebu Davud, Sünnet 17, (4705, 4706, 4707)

Denildiğine göre Hızır (as) Musa (as)’dan ayrılmak isteyince, Musa (as) ona:

-       Bana tavsiyede bulun, demiş ve o da şunları söylemiştir:

-       Çokça tebessüm et, ama çok gülme Israrı bırak Gereksiz hiçbir işi yapma. Hata edenleri, yaptıkları hatalar yüzünden ayıplama Ey İmran oğlu! Hatan dolayısıyla da ağla
Hz. Hıdır (as)’ın peygamber olduğuna inanan ve ileri süren pek çok İslâm bilgini bulunmaktadır. Onlardan biri de Hâfız İbni Hâcer’dir. O, Buhârî şerhinde belirtilen âyetlere dayanarak şöyle bir yorum getirmektedir.
“Hıdır (as)’ın peygamberliğine inanmak uygun olur. Öyleki, peygamber olmayan birisinin bir peygamberden daha bilgili olduğu sonucu ortaya çıkmasın.
Ancak Kur’ân ve hadislerde açık bir anlatım bulunmayan konularda ileri sürülen düşünce ve görüşlerin din ve inanç açısından hiçbir değeri yoktur. Bazı nakilci müfessirlerin isrâiliyyat haberlerine dayanarak ortaya attıkları görüşler bunlardandır. Onlar insanların tiksinti duyacağı ve ondan kaçacağı bir hastalığı Hz. Eyyüb (as)’a yakıştırmışlar ve bu konuda uydurma haberlere tefsirlerinde yer vermişlerdir. Hz. Âdem, Hz. Yusuf ve Hz. Süleyman haklarında uydurma haber ve tutarsız yorumlar da bunlardandır.
Gerçekte Hz. Hıdır ne nebilerden, ne de rasûllerdendir. O, yalnızca kendisine tasarruf gücü ve yetkisi ile birlikte uzun bir ömür verilmiş sevgili bir kuldur. Bu konuda zamanının gavsı Seyyid Abdülazîz bin Mes’ûd ed- Debbağ Hazretleri şunları söylemiştir:
“Hz. Hıdır (as) peygamber değildir. O ancak Allah’ın ma’rifetle kendisine ikramda bulunduğu bir kuldur. Yüce Allah ona tasarruf etme yetkisiyle yardımda bulunmuş, kulları arasında ona tam yetki tanımıştır. Ona ikram ettiği tasarruf ve ma’rifetin tam ölçüsünü bu ümmetin gavsına bile vermemiştir.

Hz. Hıdır (as), bu derece ve makamlara şeyhsiz ve sülûksuz eriştirilmiştir. Yani Yüce Allah onu ilk baştan yetkili kılmış, kendisine yardımda bulunmuştur. Bununla birlikte Hz. Hıdır peygamber değildir. Peygamberlik dereceleri onun derecesinin çok üstündedir. Onun bilgisinin halk ile ilgili konularda Hz. Musa (as)’dan çok olması onun peygamber olmasını gerektirmez. Çünkü Hz. Musa (as) sürekli Hakk’ı müşâhede makamında bulunuyordu. Bu müşâhede makamının üstünde başka bir makam da yoktur. Kaldı ki halkla ilgili konularda tasarrufta bulunmak belirtilen müşâhede makamlarının çok altındadır.
Her ne kadar gavs, kutup ve bunların dışında tasarrufa yetkili veli varsa, bunların hiçbiri kendiliğinden bir tasarrufta bulunamaz. Yaptıkları tasarruf ancak Allah’ın irâdesi, emri ve yaratması iledir. Böylesine bir tasarrufa nâil olmak peygamber olmayı gerektirmez. İşte bu nedenle Hz. Hıdır (as) peygamber değildir.”
Hz. Hıdır (as) hakkındaki gerçekleri, onunla bir araya gelen ve onunla sobet eden kimseler bilebilirler. İmam Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî Hz. Hızır (as) ile buluşmasını anlattıktan sonra ona bir soru sorduğunu, Hz. Hızır (as)’ın da şu cevabı verdiğini yazmaktadır.
– “Biz, ruhlar âlemindeyiz. Hak sübhânehû ve teâlâ hazretleri, ruhlarımıza öylesine üstün bir güç vermiştir ki biz, cisimlerin şekil ve sûretlerini alıp onlar gibi olabiliriz… Ve bizden de, bu sûret ve şekillerini aldığımız cisimlerden meydana gelen cisimsel hareketler, duruş ve davranışlar, bedenlerin ibâdet ve tâatleri aynen meydana gelir.” (el-Mektûbât, İmâm-ı Rabbânî, 2, 55)
Hz. Hızır (as)’la konuşanlardan birisi de Konyalı Hacı Hâlis Kestane Hazretleridir. Hz. Hıdır (as) Ona kendisini şöyle tanıtmıştır.
“Asıl adım HIDIR olup, halk arasında Hızır Aleyhisselam olarak tanınırım. Babamın adı Haris, annemin adı Safiye’dir. Babamın babası da Hz. İlyas Aleyhisselam’dır. Yemen’in Seb’a adlı beldesinde doğdum. Hz. İbrahim Aleyhisselam’ın kavmindenim.
Hz. İbrahim (as)’ı ateşe attıklarında ben henüz yedi veya sekiz yaşlarında bir çocuktum. Babam benim elimden tuttu. Hz. İbrahim (as)’ın ateşe atıldığı o korkunç manzarayı seyrettik. Ben onun ateşe atılmasına razı olmadım. “Yâ Rabbi, İbrahim’i yakma!” diye dua etmiştim. Bu korkunç manzaraya aklım eriyor ve hatırlıyorum.
Halk arasında bana öldü diyenler var. Benim ömrüm -Allah daha iyi bilir- İslâm’ın Tevhid Sancağı âlemlerde dikilincene kadar sürecektir. Tevhid sancağı da Hz. İsâ (as) tarafından dikilecektir. Onun yeryüzüne inmesiyle âlemin düzeni yeniden sağlanacaktır…
Bu bilgileri, velâyet ilmi sancağını elinde bulunduran Konyalı Hacı Hâlis (Kestane) Efendi ile beşeriyet tarihinde ilk kez olarak insanlığın hizmet ve yararına sunulmak üzere yazıyoruz. İnanan müslümanlara hayırlı olsun.” 
                                                                                   Seb’alı Hıdır
25.05.1998
HZ. HIDIR (AS) ŞÖYLE BUYURDU:
“Kuşkusuz Mekke ve Medine şehirleri kendilerine özgü özellik ve sırları olan kutsal ve mübârek beldelerdir. Ancak Yüce Allah, dünya üzerindeki ülkeler arasından Türkiye’yi, Türkiye içindeki şehirlerden de Konya’yı seçti. Konya Mevlâ katında seçilmiş ve korunmuş bir beldedir. Bu nedenle Konya’da barınacak bir karış da olsa yer bulursanız, oradan ayrılmayınız.”

1 yorum:

  1. Pokies Online | New Slots, Live Casinos, Table Games
    Free Online Pokies and Casino bet365 Games in 2019 · Wildz Casino · 라이브 스코어 Red Dog Casino 바카라 룰 · LeoVegas · Sloto 원벳 먹튀 Cash Casino · The Best Casino. 램 슬롯 순서

    YanıtlaSil